gündelik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gündelik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23.06.2011

Ben Yukata İsterem!

Evet, gerçekten de Yukata istiyorum. Türkiye'den alma şansım var mı bilmiyorum ama ithal eden bir yere hiç rastlamadım. Zaten makbul olanı da Japonya'dan olması. Artık Yukata'ya sahip olabilme olasılığım var, çünkü çok sevgili, hatta ve hatta tanışma fırsatı bile bulduğum serrose, Yukata çekilişi yapıyormuş. Ben bu tarz konularda şanssız ötesi şanssızımdır. Bana çıkmaz, şimdiden diyeyim. Hatta kim kazanırsa ona şimdiden hayırlı olsun =) Ama güzel olanı, en azından 1 kez giyme fırsatı bulmuştum. Okulun Japon etkinlikleri zamanında... Çoook önceden... Fotoğraf da bendenize aittir. Yukatanın gerçekliği tartışılır, ama değişik bir deneyimdi.

Bu arada ben aslında Sari de isterem! Pukhsinitha hanım getirecekti ama, bi olaylar oldu, getiremedi! Tez getire!

Bu arada "Yukata nedir ki, ben bilmem de ben etmem de" diyenler için, hazır yazılmışı var.

Baş baş!

9.03.2011

Yağdır Mevlam Kar!

Bu postu yazmadan olmayacaktı! İki gündür, Ankara'da kar, kendini bilmez bir şekilde, delirmişçesine yağıyor. Sanırım doğduğum günden beri ilk kez bu kadar çok kar gördüm. Bundan bir önceki yoğun yağışı da son İstanbul seyahatimde görmüştüm. O da 2008'e denk geliyor yanlış hatırlamıyorsam...

Geçen sene Almanya'da da 2 haftalık tatilim boyunca sürekli kar yağdı. Şu an yağandan daha mı çoktu bunu anlayamıyorum, çünkü orada hayat hiçbir şekilde felç olmamıştı, gezeceğim kadar gezdim, yollar hep açıktı, ne buz, ne kar, ne çamur... Köylerde bile durum böyleydi... Yalnızca kaldırımlarda buzlanma vardı doğal olarak, ama belediye sürekli kaldırımları da kontrol altında tutup, küçük çakıl taşları dökerek, insanların kayıp düşmesini engelliyordu (gerçi ben buna rağmen 1 metrekarelik buzlu bir alan bulup düşmeyi başardım ama hiç girmeyelim bu konuya).

Ya Ankara? Bulunduğum sokak felç durumda. Taksiler çalışmıyor. Ara yolları geçtim, şehirler arası yollar bile karlar altında! Arabalar işlemiyor. 1 tane bile belediye arabası görmedim ben bizim civarlarda. Seslerini bile duymadım. Dışarıda in cin top oynuyor. Adeta 1940lar'daki şehir fotoğrafları gibi. Ne araba var, ne de insan. Melik Gökçek'in çalışmadığı söylendiğinde ise, "tuz var mı yok mu tadın isterseniz" diyor. Bir avuç tuz alıp savurmayı çalışmak sanan zihniyete diyecek bir şeyim yok. Nasılolsa 2 gün sonra tüm karlar kudretten erir, unutulur gider bu olay da...

Miyu da şaşkın. Tüm gün pencerede kar avlamaya çalıştı. O bile insan gibi sürekli kontrol ediyor camdan, acaba kar yağıyor mu, yoksa durmuş mu diye...

Bu arada, dün serrose ile tanışma fırsatı buldum. Zaten tanışmayı istiyordum, şansa çıkmış gelmiş Türkiye'ye. Hatta planlarının arasında Ankara da olunca, tanışmak farz olmuştu. Ciddi bir şekilde söylüyorum, bu kadar eğleneceğimi evden çıkarken hiç tahmin etmiyordum! İki tane daha arkadaşı vardı yanında, ikisi de birbirinden tatlı... İlerleyen saatlerde Skingrat'ın da aramıza katılmasıyla tayfa tamamlandı. Tek şanssızlığımız yoğun kar yağışıydı. Ama Ankara hafta içi ölmüşlüğü ve zor hava koşulları bizi yıldıramadı ve gece 1'e kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamayarak muhabbet ettik! (Açık mekan bile vardı siz düşünün artık!). Hepsiyle tanışmaktan çok mutlu olduğumu burada ileterek, sizi başbaşa sokak manzaramla bırakıyorum.

5.03.2011

İsim Değişikliği

Blogumun adını değiştirdim. Bundan sonra bana buradan ulaşabileceksiniz.


15.01.2011

Californication ile başlayan macera

Sonunda Californication, uzun bir sürenin ardından başladı. Aslında dizi tek sezon olarak tasarlanmış, fakat yoğun istek üzerine devamı çekilmiş. Bu sezon 4. sezonları. Süper bir tempoyla başladılar diyemeyeceğim ama açılış sahnesi süperdi. Eklediğim video da açılış sahnesine ait. Alice in Chains - Check My Brain parçasıyla süper bir giriş yapılıyor. Aslında ben pek dizi izlemem, fakat bu dizi beni dizi izlemeye ısındıran ilk dizidir. Ne kadar çok "dizi" dedim yahu! Konusuna gelecek olursak, şöyle özetleyebilirim; aslında baş kahramanımız Hank Moody etrafında dönen talihsizlikler silsilesi... Kendisi her ne kadar uçkuru peşinde koşmasa da (!), uçkuru peşinde koşan kadıncağızların gökten Hank'in yatağına inmesiyle başından geçen bin türlü olay... Merak ettiyseniz izleyin de görün! =))


Dizi maceram bununla başlasa da, bununla son bulmadı. Peşinden "Modern Family" geldi. Ben böyle pek Amerikan espirilerine gülebilen bir insan değilim. Neredeyse çevremdeki her insan Cnbc-e izleyip, deli deli ekrana bakıp gülerler. Bense gülecek bir şey bulamam. Zoraki espiriler gibi geliyor bana. "Nerd" espirileri... Konumuza dönecek olursak, Modern Family'i izleyip gerçekten gülüyorum! Çok komik beee!!! Bir sürü dizi takip edip eğlenebilenler varsa, bunda 2 kat kadar daha eğleneceğiniz garanti. Zaten daha 2. sezonda. Yetişmek de mümkün yani (eğer yetişme zorunluluğu gibi sapık bir huyunuz varsa tabii...).

En güzelini sona sakladım! Zaten şu an yalnızca 3 dizi takip ediyorum. Bu ne olabilir? Tabii ki Mad Men! Mad Man ile biraz geç tanıştım. Geçtiğimiz yaz, sıkıldığım bir gün, "hadi bakalım izleyeyim bir kaç bölüm" diye oturup, günlerce başından kalkamamama neden oldu. Karakterler bu kadar mı yerli yerinde olur! Bir atmosfer bu kadar mı güzel insana hissettirilir! Dizi çok ağır bir şekilde ilerlese de, insanı ekrana kilitlemeyi başarabiliyor. Çok ilginç bir olay olsa dahi, olayların yavaş ve heyecansız olmasından dolayı şaşırmıyorsunuz. Olayın heyecanı bile sizi o an değil, daha sonra düşündüğünüzde etkiliyor. Bilmiyorum, herkes böyle mi düşünüyor? Ben bir salaklık ettim, 4 sezonu 1 ayda bitirdim. Ee tabii bitince de çok üzüldüm neden sindirmedim diye! Yeni sezon da taaa Temmuz ayında başlayacakmış! Of ki ne off!
 
Bir de animeler var tabii... Benim gibi biri anime izler mi? Hiç sanmıyorum!  Ki aslında Japonya ve Japonca konuları yüzünden de izlemem beklenir aslında. Ama öyle sevimli canavarlar, dövüşmeler falan... Yok, izlemem... Hiç mi şansları yok? Var ayol var! Bir gün, zorla başına otutturulduğum Death Note var. Çok da sevdim. 25. bölümden sonra her ne kadar zibidik karakterler sokulup konu dağıtılmış olsa da, finale doğru toparlanıp tekrar işi düzelttiler. Heyecanla izlenebilecek bir anime. Başka anime neden mi izlemiyorum? Çünkü zaten en iyisi buymuş =P Daha da iyisi yok dediler, ben de bulaşmadım. Bir de bu animenin 2 tane filmi çekildi. Çok kelekmiş, izlemedim, izlemem. Animeyi film yapmak zaten saçma. Olay zaten anime olması. Film yapılmak istnseydi, senaryo direkt film olarak çekilebilirdi zaten. 2. sezonda açılış ve kapanış müzikleri yine Japon olan Maximum the Hormone grubuna ait. O da sizi tam gaz hazırlıyor zaten izlemeye. Merak ettiyseniz buyrun:

3.01.2011

Fotoğrafsız, renksiz, tatsız bir yazı

Herkes 2011 yazısı yazmış. Yeni yıl kutlamış, iyi dileklerde bulunmuş vs. Ben önce kendime iyi dileklerde bulunmak istiyorum. İnsanlara iyi dilek mesajları verip, kendim için olanları bölmek, paylaşmak istemiyorum. Zira bu seneye çok da mutlu girmedim.

Bir klasik olarak, yılbaşına bizim her seneki forum grubumuzla girdik. Bir çok eksik ve bir çok fazla kişiyle... Mekan olarak her sene gitmeyi reddettiğimiz arkadaşımızın evindeydik bu sefer. Tükürdüğümüzü yaladık. Gitmeyi reddetmemizin sebebi de evin uzaklığı, gece dönmenin zorluğu ve bir kaç kişinin başka evde kalmayı reddetmesi idi (bunlara ben de dahilim). Tüm bunları (kalmak hariç) göze alarak arkadaşımızın evinde toplandık. Diğer yıllardan farklı olan, bu sene biraz daha olgun bir yılbaşı geçirmemizdi. Daha usturuplu, daha yaşlı gibi... Çok içip sapıtan olmadı. Deli gibi eğlendik de diyemem... Ortalamaydı işte. En farklı şey gece 2 sularında arkadaşın bahçesinde mangal yakmaktı. Gecenin sonunda, saati farkettiğimizde 4 buçuk olmuştu. Ev sahibi o saatte taksi bulamayacağımızı söyleyip, orada kalmanın daha münasip olacağını belirtti. Benim için en korkuncu buydu. Ben kimsenin evinde yatamam ki! Hele de hazırlıksız gelmişsem! Neyse, odalar paylaşıldı, edildi, bana kalan, evin en alt katındaki fotoğraf stüdyosuydu. Isıtıcıyla, battaniyeyle, hırkadan imal edilmiş yastıkla idare ettim. 2011'in benim için boş, zor ve mutsuz geçeceğinin sinyaliydi bu belki de...

Arkadaşımıza gitmeden, dünyanın en güzel hediyesi olan boy boy fırça ve bir kaç renk akrilik boyaya kavuştum. O kadar mutlu olmuştum ki... Ama mutluluğum daim değilmiş. 1 gün sonra denemeye fırsat bulduğumda hiç bir şekilde boyamak istediğim zemin boyanmadı. Yarı saydam yarı boyalı oldu. Fırça izlerinden bahsetmiyorum bile... 2010 sonunda beni mutlu eden hediyeler, 2011 başında beni mutsuz etmeye yetti de arttı bile. Zira 2 gündür değiştirme çabaları, olmaması, bu konuda 2 insan arasında geçen gerginlikler vs... En güzel şeyler bile zaten memnuniyetsiz olan beni, memnun etmemeyi başardı. En değişik ve tebessüm ettiren şey ise biletime amorti çıkmış olmasıydı. Genelde bu tarz şans oyunlarında hiç tutturamam. Hep sıfır... 3 gün geçti, en güzeli buydu sanrım. (Amortiye bile sevinir olduk!)

Bu seneye zorluklar, düşünceler ve sıkıntılarla girdim. Uzun bir süre de böyle devam edecek gibi görünüyor. En azından ne yapacağımı, ne yapmayacağımı, yoluma kimlerle ya da kimlersiz devam edeceğimi biliyorum. Haaa, geçenlerde bir çılgınlık yapıp facebook listemdeki arkadaşlarımın yarısını "limited profile" yaptım. Keşke insan diye bir ırk olmasaymış da, dünya kedi köpekten ibaret olsaymış...

Sevgiyle kalın.

17.12.2010

Beklenmedik Aşure ve Japonya'dan gelen paket

Bugün okula gitmek için evden çıkıyordum. Kapıyı bir açtım ki, karşımda üst komşum, elinde koca tepsi, içinde 4 adet aşure. Tam zilimi çalıyordu. Kendisiyle apartmanda sürekli karşılaşmış olmama rağmen bir kez bile selam vermişliğim yoktur. Hatta canavar oğlunu sokakta oynarken çok ses yaptığı için ve kedilere taş attığı için azarlamışlığım bile vardır. Neyse efenim, "herkes aşure sevmez, seviyorsanız lütfen alın" dedi. Önce bir tereddüt ettim, baktım kaseler de aliminyum kağıttan kase (yani geri götürme mecburiyeti yok), "alayım, çok teşekkür ederim" dedim ve tekrar içeri girdim, dolaba koyup tekrar evden ayrıldım. Ama beynimi kemiren şey ise, kadına ne demem gerektiğiydi. Çünkü küçüklüğümden hatırlıyorum, apartmanlarda aşure yapılıp dağıtılırdı. Hatta helva da yapıp dağıtırlardı. Ben de hepsini tadıp, aralarından en güzelini seçer, kendi çapımda oyunlar oynardım. Ama bilmediğim şey ise, bunların dini amaçlı mı, yoksa geleneksel olarak mı yapıldığı... Yani "Allah kabul etsin" mi demeliydim? Şimdi bu benim için bir iyilik ya, kendi kendimi yiyip bitiririp...

Okul her zamanki rutinliğiyle devam ederken, biz yine "geleneksel cuma günü okul çıkışı yemek yemesi" olayını gerçekleştirdik. Oradan eve koyuldum. Kapının önüne geldiğimde bir de ne göreyim? Posta kutumda koskocaman bir zarf! Yuki'den! Zarfın üstündeki "two books" açıklamasına gözüm ilişiverdi ve daha da bir yihuu oldum. Evet, zarfın içinden 2 adet kitap ve yılbaşı kartı çıktı. Kitaplardan biri Doraemon mangası. Hem de kanjilerin üstünde küçük, hiragana ile okunuşları da var. Bilerek yollamış sanırım =)) Bana iyi bir alıştırma olacak! Unuttuğum en kolay kanjiyi bile hatırlamamda yardımcı olur diye düşünüyorum. Doraemon taa 1969'larda meşhur olmuş bir manga seriisiyken, daha sonra anime olarak da yayınlanmaya başlamış ve Japonya'daki en meşhur karakter olmayı başarmış. Doraemon, zamanda yolculuk eden robotik bir kedi.


















Diğer kitabın ise başlığını okuyamadığım için umursamadan kenara koydum. Okumak zor olur, önce Doraemon'a bakarım dedim. Bu arada bu Japonların kitaplarının ya da dergilerinin üstünde gıldır gıcık etiketler olur. Ama yapışkan değil, katlanıp koyulmuş şekilde. İçinde broşürler olur falan. 1-2 saat sonra tekrar kenara koyduğum kitabı elime alıp, etiketini sıyırdığımda ise ne göreyim!!! Haruki Murakami kitabı!!! Yani istesem bu kadar kolay erişemezdim! Sanırım son zamanlarda en çok sevindiğim şey bu oldu. Adı "After the Quake - 神の子どもたちはみな踊る Kami no kodomo-tachi wa mina odoru". İçinde 6 adet öykü var. Kitap orjinal, yani Japonca. Bu arada bilmeyenler için bir not düşeyim; fotoğraflara bakanlar şaşırıyor olabilirler, ama Japonya'da kitaplar hep tersten basılıdır (Batıya göre tersten). Yani kapağı tersten açarsınız, yazılar sağdan sola ve yukarıdan aşağı okunur. Tabii bu kitaba o kadar sevindim ama, okuyabilecek miyim sanki? Noo... Belki kursu bitirir bitirmez olsaydı biraz biraz kanjileri falan okurdum ama, aradan 3 sene geçmişken imkansız. Olsun, Japonca olması ve orjinal olması bile yeterince tatmin edici. Aslında ben çok kitap okuyan biri değilim, ama Haruki Murakami en sevdiğim yazar olma ünvanına sahip. Bir ara onunla ilgili de bir post yazmayı düşünüyorum zaten. Bakalım kısmet ne zamana...

















Yapacak şey çok ama gerçekten fırsatım yok. Diyelim ki kitap okuyacağım, "o kitabı okuyacağım zamanda yüz kere ders çalışırım, sunumuma hazırlanırım, essaylerimi bitiririm" diyorum ve okumuyorum. Ama dersin başına da geçmiyorum. Ama o sırada başka bir şeyle de uğraşırsam kötü hissediyorum... Önümüzdeki haftaya koskoca bir kitaptan sunumum var. Koskoca kitap! Sunum da 10 dakkalık olmalıymış... Ne anladım o işten! "Viramma: A life of a dalit woman" isimli bir kitap. Tabii ki Hindistan dersi için... Bakalım altından kalkabilecek miyim?

Olmazsa olmaz not: Fotoğrafların uydurukluğuna aldırmanyınız lütfen, zıttırık ışık, acele ile çekilip müdahale yapılmadan konulmuş materyaller olarak nitelendirin.

15.12.2010

Almanya'dan gelen paket ve günlük olaylar

Dün sonunda Almanya'dan paket geldi! Arkadaşım Japonca gazete alıp yollamış bana. "Yomiuri Shinbun" , dünyanın en çok okunan gazetesi ünvanına sahip. Bu yüzden elimde 1 adet örneğinin olması güzel. Daha önceden de Türk-Japon Vakfı'na gittiğimde, oradaki Japonlardan okunmuş gazete istemiştim. Okunmuş gazete derken, eski gazete manasında... Ahauhauhauh iğrencim =) Yani bir kaç tane de Asahi Shinbun var elimde. Neyse, paketten sadece gazete çıkmadı tabii, 1 adet ağaç süsü melek ve 1 adet de Lindt'in yine yılbaşı ağacı süsü (tabii içinde 3 adet çikolatasıyla). Benim yılbaşı ağacım yok. Hem gerek yok, hem de o kadar gıldır gıcıktan koyacak yer yok. Zaten Miyu'nun olduğu yerde çok alengirli şeyler olamıyor genelde =) Dolayısı ile süsler nasiplerini evin hangi köşesinde bulacaklar merak ediyorum...



Bugün, nihayet yılbaşı kartlarını yollayıverdim. 2 adet Japonya'ya, 2 adet de Almanya'ya. Toplam 4 adet kart için 7 TL ödedim. Bana mı çok geldi yoksa gerçekten mi çok anlamadım! Ama çok koydu be atam! Atla deve değil ki! Kart yani sonuçta...
  • Bu arada 29 Aralık'ta Hintli hocamız bizi elçilikte yemeğe davet etti. Sabırsızlıkla o günü bekliyorum!


Önümüzdeki cumartesi günü de, Unicef yararına Sharaton'ın bahçesinde yılbaşı etkinliği düzenleniyormuş. Saat 12.00'de başlayıp 18.00'de bitecekmiş. Yılbaşı çadırı açılacak, Unicef yararına hediyelik eşyalar satlacakmış. Üşenmezsek Skingrat ile birlikte gitmeyi düşünüyoruz. Sürekli "ülkemizde neden diğer ülkelerde olduğu gibi etkinlikler, festivaller olmuyor monşer?" diye yakınıyoruz, en azından bir etkinlik bulmuşken gidip bir bakalım diyoruz. Kendi söylediklerimiz havada kalmasın. Belki havada kalacak ama, yine de bir yerlerde bir şeyler olacağını bilmek güzel =)

10.12.2010

Gariplikler, hayıflanmalar, rutinlikler

  • Bugün gün ışığına uyanamadım. Kalktığımda puslu, yarı karanlık ve yağmurlu bir hava vardı. En son uyandığımda saat öğlen 1'di. 15 dakika daha uyuyup uyanırım dedim. Daha sonra gözümü açtığımda saat çoktaaan 3 buçuğu geçmişti. Halbuki bugün için bir çok planım vardı. Hiç birini gerçekleştiremeyecek olmanın üzüntüsü kaplayıverdi beni. Zaten bugünlerde yine tam düzensiz hayata geçiş yapıverdim. Geceleri bir uyuyamama, bilmem ne... Geçen gün, bir gece öncesinde çok az uyumamdan mütevellit, okuldan eve döndüğümde çok uykumun olduğunu farkettim. Tüm gece uyumamak için adeta savaş verdim kendimce. 12 sularında dayanamayıp, kendime "çalışma odası" olarak ilan ettiğim yerde "1 saatcik uyuyayım" dedim. Neden gidip yatağımda uyumuyorsam sanki! İnsan hiç gece 12'de uyur mu? Aaa ne ayıp şey! Neyse, yine gözümü bir açtım, saat 2 oluvermiş. Uykum açılmasın diye makyajımı neyin çıkarmadan hoop yatağıma atladım. Gözlerimi de sımsıkı kapattım ki hemen uyuyayım! Ama ne mümkün... Bünyem bana yeni yeni huylar çıkardı. Eskiden hayvan gibi uyuyabiliyorken, şimdi menepozlu kadınlar gibi uyumamak için bin türlü bahaneler... Neyse efenim, ben dön dön, bir de baktım saat sabahın 4 buçuğu! E o zaman kalkıp uykumu arayayım dedim. Sanırım hayatımda ilk defa uyuyamadığımda yataktan kalktım! Yarı baygın bir şekilde tuvaletin yolunu tutup, ışığa basıverdim. Aman o da ne! Birden kıvılcımlar patlayıverdi, çat diye bir ses ve her yer bir anda karardı. Cep telefonu ışığı sayesinde yolumu buldum ve sigorta kutusunu kontrol ettim. Ve evet sigorta atmıştı. Ama çok geç ki, ampul patlayıvermişti. Olsundu, koridorun ışığıyla idare ederdimdi. Nitekim öyle de oldu... Garip uykular silsilesi... Sonrasında "madem artık sadece masaüstü bilgisayara mahkum değilim, netbookum var, o zaman sevgili yatağımda biraz nette vakit geçireyim" dedim. Sanırım sabah 6 gibi uykumu buldum.

  • Sevgili oğlum Miyu, 1 yıldır hiçbir veteriner hekim tarafından herhangi bir tanı koyulamamış bir durumla pençeleşmekte. Gerçekten bu duruma çok üzülüyorum. Oğlum 1 senedir elizabeth tasmayla geziyor. Çünkü hiç durmadan kafasını kaşıyıp kanatıyor. Kaşıdığı yerlerde görünür bir lezyon da yok. Vücudu bir şey de üretmiyor dış görünüşte. Ama kaşıdıkça yara yapıyor kaşıdığı yeri. Ben 1 yıldır yaptığım tüm araştırmalarım sonucunda sorunun alerji olduğuna karar verdim. 2-3 sene aynı mamayı yiyince, bazı kedilerde olurmuş bu durum (Doğduğundan beri Hills yediği için veteriner bu durumu kabullenmiyor gerçi). Başka diyet mamalar denemek gerekirmiş araştırmalarıma göre. Ama zorlu bir süreç bu. Zırt diye geçecek bir şey değil. 1 senedir bu durumla hem benim, hem Miyu'nun boğuşması da kolay değil...

Bir haftadır meteoroloji tahminlerinde hiç yanılmıyor. Normalde pek tutturamazdı ama son 1 haftadır bir şeyler oldu. Bu yüzden korkuyorum. Bir kaç gündür havalar iyi gidiyordu, bugün için yağmurlu gösteriyordu. "Olur mu lan öyle!" demiştim ama hakikaten yağmur yağıyor! O zaman bu durumda yarın da kar mı yağacak? O zaman vay halime! çünkü 4-5 gün boyunca karlı gösteriyor ve havalar eksi derecelerde devam edecek. Yani? Buz olacak! So what? Geçen sene, Münich'te, tüm şehir buz tuttuğu için belediye tarafından her noktası çakıl taşlarıyla kaplanmış olmasına rağmen, ben 1 metrekarelik boş bir alanı bulup, kayıp,biraz havalanıp, dümdüz bir şekilde sırtüstü düşmeyi başarmış bir insan olarak... Korkularım anlam kazanıyordur umarım... Çok korkunçtu... Burada da aynı buzlanma yaşanırsa, zaten belediyenin umrunda olmadığı için, sokak kapısının önünden bile ayağımı çıkaramayacağım anlamına geliyor.


  • Her şeyi geçtim. Yine çokça uzun bir süredir sırt ağrılarımla boğuşuyorum. Ne yaparsam yapayım ağrıyor! Bıktım vallahi de billahi de... Hayatında sporla tanışmamış bünye, resmen yalvarıyor bana. Ama inadımı yenemeyeceksin bünye!

  • Bugün yarın dışarı çıkıp yılbaşı kartı almam lazım. Hem Japonya'daki, hem de Almanya'daki arkadaşlarıma kart atmam lazım. Yuki şimdiden yollamıştır kesin kartı! Bu sene ben de geç kalmamaya kararlıyım! Ayrıca Almanya'daki arkadaşlarımdan biri bana bir paket yollamış. İçinde büyük bir şey yok ama çok aradım bulmak için dedi. Çok merak ediyorum gerçekten de... 3 gün önce yollamış. Alamanya'dan paket kaç zamanda gelir ki?

14.07.2010

Bu Yılın Mahsülleri

Bu yıl, apartman bahçesindeki erik ağacı aldı başını yürüdü ve dalları erikleri tartmaz oldu! İşin ilginç yanı, o dalların bir kısmına yalnızca ben ulaşabiliyorum. Hem de balkonumdan! Ne bahçeye inip ağacın yanına gidenler, ne de diğer balkonlar bu nimetten ne yazık ki yararlanamıyorlar. En azından bu sene için... Seneye üst katlardan da ulaşan olur, ağaç hızla büyümeye devam ediyor çünkü. Ben bu seneki mahsülleri topladım, ara ara da toplamaya devam ediyorum... Ama ya toplanamayanlar? Ne yazık ki hepsi çürüyüp gidecekler...

25.09.2009

Gelebilir yani...

Bazı şeylerin başlangıcı, aslında bazı şeylerin bittiği anlamına gelebilir...

11.03.2009

Stop Swimming

Maybe it's time to stop swimming
Maybe it's time to find out where I'm at
What I should do and where I should be
But no-one will give me a map

Belki de şu an hissettiklerim bu uyduruk dörtlükten bile daha uyduruktur... Ana sayfamda, izlediklerim kısmında en yakın arkadaşlarımdan biri olan Deus Ex Machina var. Blog adı "Hayattan gram zevk almıyorum". Keşke ondan önce davranıp ben alsaymışım o adı :) Ne kadar da haklı! Orta okul, lise yıllarımı hatırlıyorum da, gülmekten karnıma ağrılar girerdi. Neye gülerdim, ne anlardım hayattan bilemiyorum. Sanırım insan büyüdükçe dertleri de gerçekten büyüyor. O zamanlar dünyam çok küçükmüş bunu anladım. Her şeyin farkına vardıkça memnuniyet anlayışı da değişiyormuş insanın. Hiç birşeyden memnun olamıyorum, hatayı da kendimde bulamıyorum. Ama öyle anlar var ki, hiç ummadığınız, belki de hayatta sizin biraz da olsun tebessüm etmenizi sağlayan, sizi en çok siz yapan biri gelir ve "Kimsin sen? Kimsin ki?" diyip, sizi bir anda o garip kalabalığın içinde kendinize getirir ve hayattaki yerinizi ve konumunuzu anlamlandırmaya çalışırsınız. Kimim ben? Kimim ki? Hiç kimse olmak istemiyorum aslında... Sen kimsin peki? İlk kez soruyorum bunu... Evet, sen kimsin?