İnternette yaptığımız araştırmalar sonrasında Adali Pansiyon'da kalmaya karar verdik. Telefonda sahibeleriyle de konuştuktan sonra, içimin hemen ısınmasıyla başka yer araştırmadan rezervasyonumuzu yaptırdım...
Adaya sabah saatlerinde vardık. Kimsecikler yoktu. Ne yol sorabileceğimiz birileri, ne açık bir dükkan. Biraz daha yürüdükten sonra insanlar yavaş yavaş görünmeye başladılar. İlk iş pansiyonumuzu bulduk. Bulduk diyorum ama, bulunamayacak bir yer yoktur Cunda'da sanırsam... Ki bizim kaldığımız yer merkez ötesi merkez bir yerdeydi... Odamıza yerleştik. Pansiyondan çok butik otel kıvamında bir taş evdi. Atmosferinden memnun kalıp hemen kahvaltı için kendimizi dışarı attık. Nerede kahvaltı edilir bilemediğimizden, sahildeki yerlerden birine rastgele oturduk. Tabii ki Ayvalık tostu istedik =) "Çok övdükleri bu muymuş?" diyerek, yemeğimizin ardından otele döndük. Diğer günler kahvaltıyı otelde yaptık. Konsept zaten oda+kahvaltı şeklindeydi. Çeşit bol, lezzetli ve doyurucuydu.
O gün daha hiçbir şey keşfedemediğimizden, bir de "Cunda merkezde denize girecek yer yok" duyumlarımızdan dolayı tekne turuna katılalım dedik. Bulduğumuz tekne turu çok güzeldi. Tekne minicik, 20-25 kişi vardı. Cıstak cıstak müzik yoktu. Sessiz sakin bir şekilde koyları dolaştık. Her koyda denize girdik. Öğle yemeğimizi de yiyip mutlu olduk!
Akşam geri döndüğümüzde, akşam yemeği için keşfe çıktık. Bazı yerler çok dolu olduğundan, yine kafamıza göre bir yere oturuverdik. Birkaç meze ve yanına barbun istedik. İşletmeyi pek sevmedik ama. Hem düzgün davranmadılar, hem profesyonellikten uzaklardı, hem de hesabı öyle bir şişirmişler ki... Müşteri memnuniyetinden çok müşteri cüzdanıyla ilgileniyorlardı belli ki... Neden bu kadar kalabalık olmadığı da böylece anlaşılmış oldu.Mezelerin tadı muhteşem olmamakla birlikte güzeldi. Ben balığın tadına bakmadım, onu pukhsinitha yedi...
Yemekten kalkıp, adayı keşfe daldık. Zaten ilk günden her yerini keşfedip, tüm sokakları ve dükkanları öğrendik. E dondurma yemeden de olmazdı... Şu meşur olan sakızlı dondurmayı da, yanına çeşit katarak lüplettik!
Diğer günler her sabah başka bir yere denize gittik. Mesela Cunda içinde Doğa Camping diye bir yere gittik. Hem işletmesi iyi, hem de havuzu vardı ve çok temizdi. Bulunduğu bölgede deniz fena değildi. İşletmenin fayton hizmeti de var, biz pansiyona fayton çağırıp öyle ulaşımı sağladık. Zaten yeri yakındı da, yürüyerek de ulaşmak mümkün, ama hava çok sıcaktı! Aslında içim acıyor hayvanların böyle kullanılmasına =( Üzülüyorum gerçekten... Biz buraya işletmeden kaldığımız memnuniyetten dolayı iki kez geldik. İkisinde de hem denize, hem de havuza girdik. Manzara da hoş gerçekten...
Diğer bir gün Çataltepe diye bir yerde girdik denize. İşletme bok gibiydi ama, denizi o kadar muhteşemdi ki...
Akşam yemeği için bir başka gün de, yine tavsiye üzerine Meze Dünyası'na gittik. Oradakiler müşteri ile gerçekten çok ilgiliydiler ve memnun olalım diye ellerinden geleni yaptılar. Ahtapot beğendi yedik, biraz ağır olmakla birlikte, gerçekten çok muhteşemdi! Gidenler denesin derim... Buranın meşur ve buraya özgü papalina balığını yemeden gitmek olmazdı. Papalinalarımızı da istedik. Küçük bir balık olduğu için kılçık ayırmaya gerek yok. Çatalla tıkır tıkır yeniyor valla. Hamsiden bile küçük zaten. Tadı da hamsi kadar keskin değil. Denemek gerekir...
Sürekli balık, meze tarzı şeylere takılmadık. Bir gün de oranın daha yöresel olmayan bir yerine gittik. Uno Cafe!
Bir başka gün, o civarlarda oturan bir arkadaşımızla buluşup Ayvalık'a gittik. Oradan Sarımsaklı plajına geçtik. Dedikleri kadar var, deniz çok güzel. Ama tertemiz değildi, hatta çoğu yeri taşlıktı. Orada da pansiyondan aldığımız tavsiye üzerine bir plaja gittik. Gerçekten en sakin yer bizimkiydi. İşletme sahipleri de bizimle çok ilgilendiler! Akşama doğru karnımız acıktığında yine Ayvalık tostu söyleyelim dedik. Çok ilginçtir ama, tatil boyunca 3 kez aynı şeyi yememize rağmen en iyisi buradaydı! Gerçekten biz de şaşırdık... Sonuçta plaj hizmeti veren bir işletme... Yani en azından restoran bakımından bir iddiası yoktur, olmamalı... Ama nasıl bu kadar lezzetli yapmışlar bilemiyorum...
Ayvalık'tan ayrılmadan önce Şeytan Sofrası'na da bir çıkalım dedik ama, mecalimiz yoktu... Boşverdik... Doğru Cunda'ya tekrar... Akşamları yemek sonrası klasik aktivitemiz yürüyüş, takıcıları ve çarşıyı gezmek ve pansiyona geri dönmek oldu. Pansiyondakilerle o kadar iyi anlaştık ki, her gün her şeyi beraber yaptık. Akşamları birlikte eğlendik, şaraplar içtik, gündüzleri beraber denize gittik. Herkes çok sıcakkanlı, çok insan canlısıydı.
Tarihi gezi de yaptık tabii ki. Kilise tadilattaydı, ne yazık ki orayı gezemedik. Hem de otelimizin dibindeydi... Ama değirmene çıktık. Değirmenin içinde bir de kütüphane vardı. Kaynak bakımından çok zngin olmasa da, mimari anlamda hem küçük hem de çok güzeldi. Değirmende bir cafe bulunuyor. Ayrıca en sıcak günlerde bile püfür püfür bir esinti var. Tepede olduğu için 360 derece panaromik manzaraya sahip.
Geri dönmeden önce, yapılması gerekenleri tek tek yapıp, görevimizi tamamladık. Taş kahvede birer sakızlı türk kahvesi içtik. Yanında meşur lokmalarını lop lop götürdük!
Vino şarap evinde ev yapımı şarabın tadına baktık.
Cunda Karadeniz pastanesinde nefis lor tatlılarını yedik ve çıkarken sakızlı kurabiye aldık. Damla sakızlı dondurmadan iki kez yedik.
Buraya gelen kimse Ayvalık Tostu yiyecek fırsat bulamazken, biz tam 3 kez yedik! Çok mu seviyoruz? Hayır! Ama öyle denk geldi. Son gün arkadaşımızın tavsiyesiyle Ayvalık Merkez'de bulunan Avşar Büfe'de de denedik ama yine de Sarımsaklı plajında yediğimizin yerini hiçbiri tutmadı!
Bir tatil daha böyle sonlandı... Çok dolu dolu ve eğlenceli bir geziydi bizim için. Bakalım gelecek rota neresi olacak?