14.07.2010

Bu Yılın Mahsülleri

Bu yıl, apartman bahçesindeki erik ağacı aldı başını yürüdü ve dalları erikleri tartmaz oldu! İşin ilginç yanı, o dalların bir kısmına yalnızca ben ulaşabiliyorum. Hem de balkonumdan! Ne bahçeye inip ağacın yanına gidenler, ne de diğer balkonlar bu nimetten ne yazık ki yararlanamıyorlar. En azından bu sene için... Seneye üst katlardan da ulaşan olur, ağaç hızla büyümeye devam ediyor çünkü. Ben bu seneki mahsülleri topladım, ara ara da toplamaya devam ediyorum... Ama ya toplanamayanlar? Ne yazık ki hepsi çürüyüp gidecekler...

13.07.2010

Rodrigo'yu Gömdük


11.07.10 tarihli Pazar sabahı Rodrigo'yu Skingrat ile birlikte benim apartmanımın bahçesine gömdük. Normalde çalışma odamda oturduğum yerin sağında olan Rodrigo, şimdi solumda. Solumda duran penceremin tam altına gömdük. Bu hikaye de böyle acıklı bir şekilde bitmiş oldu...

8.07.2010

Güle Güle Rodrigo! Seni hiç unutmayacağız...


Bundan tam 10 yıl önceydi... Eylül ayının başlarıydı. Lise 1'e yeni başlamıştım. Arkadaşım Onursal ile her zamanki gibi Samsun sokaklarını arşınlıyorduk. Bir petshopun önünden geçerken kendimizi aniden içeride bulduk. Petshop dediysem öyle ahım şahım bir şey değil. Kuş ve akvaryum hayvanlarından başka bir şey yoktu içeride. Ayrıca pis pis kuş ve akvaryum yemi kokusu vardı içeride. Arkadaşımla gözümüz bir sürü küçük kaplumbağanın bulunduğu akvaryuma takıldı. Hepsi birbirinin üstündeydi. Neredeyse akvaryum kaplumbağaların renklerinden yemyeşil olmuştu. Aralarında bir tanesi vardı, cin gibiydi... Boynunu kaldırmış, en üstte cin gibi duruyordu. Arkadaşıma döndüm ve "Ben olsam kesin bunu alırdım" dedim. O da "Tamam o zaman" deyip bir anda kaplumbağayı alıp cebine attı! Bir anda her şey oldu bittiye geldi ve oradan nasıl ayrıldığımızı hatırlamıyorum bile!

Olayın şoku ile her zaman gittiğimiz uyduruk bir rock cafe olan "Kayıp Düşler" e gittik. Arkadaşım kaplumbağayı cebinden çıkardı ve bir anda ilgi odağı olduk. Herkes elden ele dolaştırdı, abartıp voleybol falan oynadılar onunla. Buna kalbim dayanmayarak olaya el koydum ve oynamalarına izin vermedim. Kaplumbağayı almasına almıştık ama ya sonrası? Ne olacaktı? Gerçekten de cin gibi ve çok çevikti. Masaya koyduğumuzda masadan fırlamaya çalışınca ben bir anda "Vuhuuu, bunun adı Rodrigo olsun" dedim... Benim olmasını çok istiyordum. O güne kadar hiç hayvan beslememiştim, çünkü ailem izin vermiyordu. Ama bir kaplumbağanın ne gibi bir zararı olabilirdi ki? Gözümü karartıp eve götürdüm. "Hayvan beslememe izin vermediğiniz için Onursal bana bunu hediye olarak almış" dedim... İlk başta evde çok hoş karşılanmasa da, Rodrigo 1 gün içinde leğenden palmiyeli küçük bir yuvaya terfi etti. Babamın aldığı iyi mamalar sayesinde hemen semiriverip yuvasına sığmamaya başladı... Evimize gelen küçük çocukların ilgi odağı ve işkence malzemesi oldu. Bu yüzden bir çok su kaplumbağası gibi kafasını hiç bir zaman sevdirmedi. Hep içine kaçtı. Hep çok iştahlıydı, hep çok cindi. Bir çok kez yuvasından kaçmaya çalıştı. Hatta bir gün eve geldiğimde onu su kabında bulamadım da... aradım taradım, mutfak dolabının arasına girmiş meğersem... 1 saat aramamın sonunda buldum...

Sonraları daha büyük bir leğene geçirdik, oradan hiç bir zaman kaçamadı. Çok denedi, ama olmadı... Yazın bizimle yazlığa geldi, bahçeye bile çıkardım onu, gezsin, biraz çimen yesin diye... Arada bir çıkartıp gezdiriyor, güneşlendiriyordum. Babam benden daha çok sahip çıktı kaplumbağama. Her gün düzenli olarak suyunu değiştiriyor, günde 2 kez mama veriyordu. Ben de hangi arkadaşıma kalmaya gidecek olursam olayım, mutlaka yemeksiz kalmasın diye onu yanımda taşıyordum. Meltem'in evinde kaldığım günlerde, Rodrigo yuvasından kaçıp çok kez Meltem'in parfümlerinin olduğu masayı gezmiştir.

Ben üniversite için Ankara'ya geldiğimde, Rodrigo ailemle Samsun'da kaldı. Babamın ve annemin ona çok iyi bakacağını biliyordum. Ki öyle oldu. Her Samsun ziyaretimde Rodrigo'nun büyüklüğüne çok şaşırıyordum. Ankara'da kendi evim olduğunda Rodrigo'yu yanıma almaya karar verdim. Ailem beni ziyarete geldiği bir günde Rodrigomu bana getirdiler. Leğeniyle... Yanında da bir sürü karidesi ile... O günden itibaren sadece karides ile besledim Rodrigo'yu. Yine aynı hikaye oldu ve Rodrigo kabına sığmamaya başladı. Yine çıkıp kaptan sarkmalar, dışarıya bakmalar... Babam da onun için kocaman cam bir akvaryum yaptırdı ve Ankara'ya yine geldikleri bir zamanda bana getirdi. Hemen akvaryumunu doldurup içine koyduk ve o hevesle gidip ona bir motor aldık. Artık Rodrigo çok daha rahattı. Yine arada bir çıkıp akvaryumun kenarından sarkıyordu ama hiç bir zaman dışarı çıkmayı başaramadı. Her zaman ayağı kaydı ve ters döndü akvaryumun içinde...



(3 aylık Miyu ve 9 yaşındaki Rodrigo)



Bundan 2,5 sene önce, Skingrat ile birlikte İstanbul'a Onursal'ı ziyarete gittik. Bir gün de gezmeye Boğaziçi Üniversitesi'ne gittik. Yürüye yürüye Bebek'e doğru inecektik. İnerken ormanlık alanda Rodrigo için akvaryumda ara sıra çıkıp kuruyabileceği nitelikte taş arayışına girdik 3ümüz. Bulamayınca, biz de oradaki bir duvar taşını söküverdik =) Gerçekten de taş cuk yerini buldu ve her zaman Rodrigo için nefes alıp dinlenebileceği bir platform oldu ona.

Evde hayvan beslemenin sorumluluğu ağır olduğu için onu hiç bir zaman evde yalnız bırakamadım. Bir yere tatile gideceğim zaman hep arkadaşlarıma bıraktım. Onun üzerinde emeği olan da çoktur.

İşin en ilginç tarafı, Rodrigo, doğası gereği, her kış sanırım kış uykusuna yatıyordu. Her yıl Ocak ayından Mart ayına kadar gözlerini açmadan uyur, çok nadir yemek yer, sadece arada yer değiştirirdi. Ben de bu duruma alışkındım. Taa ki bu seneye kadar... Bu sene kış uykusu biraz erken çaldı kapımızı. Ekim-Kasım aylarında uyuyuverdi. Yine hareket ediyordu ama hiç yemek yemiyordu. Ben de suyuna mama atıyordum ki su içerken en azından vitaminini alır diye. Ama yine o sıralarda akvaryumun motoru bozuldu. Ben de nasılsa yemek yemiyor ve bundan dolayı dışkısını yapmıyor diye motor almadım. Arada sırada suyunu değiştiriyordum. Ama Mart ayı olduğunda hala gözlerini açmamıştı. Gayet normal davranıyor fakat ne yemek yiyor ne de gözünü açıyordu. Ben de hala adapte olamadı diye düşündüm. Ama daha sonraları farkettim ki, gözleri çok şişmişti, balon gibi olmuştu. Normalde gözleri kapalıyken göz kapakları çok normalken bu sefer iki adet şişlik vardı. Koskoca kaplumbağa, hem nasıl olsa riskli yaşları atlattık, bundan sonra ölmesi imkansız, hele böyle uyduruk bir nedenden ölmez nasılsa diye düşündüm.

Bugün, yani 08.07.10 tarihinde (şu an saat 12'yi geçtiği için tarih değişti), Rodrigom öldü! Bilemiyorum, belki de dün öldü... Odada bir koku hissettim ve hemen Rodrigoyu dürttüm. Normalde çünkü hep bu korkuyla dürterdim onu arada, o da hemen kaçışmaya başlardı suyun içinde. Bu sefer öyle olmadı. Hatta yerinden bile oynatamadım. Biraz itikledim, tabanı suya yapışmış. Eline falan dokundum, içine çekmedi, yüzüne baktım, yüzü değişmiş, zayıflamış sanki... Gözlerinin şişi inmiş... Bir an şok geçirip ne yapacağımı bilemedim. 10 dakika sonra tekrar yanına gittim, hafifçe sudan kaldırdım, kapalı olan göz kapağının kenarından beyaz bir sıvı aktı suya. Sanırım gözü aktı. Dayanamadım o görüntüye... Kim bilir benim kızım ne kadar acı çekti ölmeden önce! Farkındaydım ama ne yapabilirdim ki o saatten sonra? Hala neden öldüğünü bilemiyorum. Gözleri yüzünden mi? Açlıktan mı? Boşaltımını gerçekleştirememesinden mi? Mikrop kapmasından mı? Neden? Kızımın dili yoktu ki bana nedenini söyleyebilsin... Keşke biraz daha telaş yapsaydım onun için, bir çare bulabilseydim, eski günlerdeki gibi üzerine düşseydim, vitaminler alsaydım, yeniden bir motor alsaydım akvaryumunu pisletmese de... En azından elimden geleni yaptım derdim! Yapamadım... Çok vicdan azabı çekiyorum. Resmen kızımı ölüme terketmiş oldum. 10 sene üzerine beni terkedip gitti. Alt tarafı kaplumbağa ama koskoca 10 sene! Bir çok anıyı da beraberinde götürdü. Gelişi gibi gidişi de maceralı olacak sanıyorum. 1 saat önce kara kara ne yapacağımı düşündüm. Akvaryumundan almaya içim el vermedi bir türlü. Belki de hala bir mucize bekliyordum. Hareket edecek, canlanacak diye... Gözü akmıştı ama belki de sadece kör kalıp yaşamaya devam edecekti... Ama artan kokudan öyle olmayacağını anladım. Koskoca 10 seneyi çöpe atamazdım, evet, çöpe atmayacaktım onu! Skingrat şehir dışında olduğu için durum benim için daha da zordu. Tüm bunları yalnız başıma omuzlanmak zorundaydım! Telefonla konuştuk, karar birliğiyle bizim bahçeye gömmeye karar verdik. Ama o 3 gün sonra burada olacak. Kızımın ölü bedenini nerede ve nasıl saklayabilirim ki? Hem de yaz mevsiminde!

Elime bir poşet geçirdim ve akvaryumdan kızımın ölü bedenini alıverdim... Artık öldüğünden emindim. Elleri, kolları ve kafası boşlukta sallanıyordu. Kenarda, içine oyuncak koyduğum bir kutu vardı, onu aldım. Rodrigoyu özenle yerleştirdim içine. Kapağını kapattığımda daha başka bir şok yaşadım. Kutunun üzerinde "Hayat en güzel hediye" yazıyordu... Sanırım çok doğru. Şu an onun yaşaması için her şeyi yapabilirdim ve benim için en güzel hediye de o olurdu!

Kutuyu da 3 ayrı poşete koyup, streçleyip, buzluğu boşaltıp oraya koydum. Delirdim biliyorum, seri katil hikayesi gibi ama ona olan son görevimi de yapmak zorundayım. Skingrat gelene kadar onu bir şekilde kokmadan saklamalıyım! Son görevimizi beraber yapmalıyız. En az babam kadar onun da emeği var Rodrigomun üzerinde...

Bu hikayenin sonu da böyle bitti... Rodrigo zaman zaman arkadaşlarımı korkutan bir ejderha, biricik oğlum Miyu'nun Allah'ı, Skingrat ve benim de biricik kızımızdı... Seni hiç unutmayacağız! =(


Şimdi o akvaryum boş ve sen yine ilginç hikayenle evimize geldiğin gibi ilginç bir hikayeyle gidiyorsun...

5.07.2010

Deftones ve One Love For Chi


Deftones benim orta okuldan beri dinlediğim bir gruptur. Müziklerini her zaman çok beğendim, yer yer de evde ve stüdyoda da şarkılarını çalmaya çabaladım. Fakat Üniversiteye başladığımda, müzik zevkim biraz daha yön değiştirmeye başladığı için nedense Deftones bir türlü oluşturduğum playlistlerimde pek yer almıyordu. Ama yine de çıkarttıkları tüm albümleri dinledim ve mutlaka kendime 1-2 tane favori parça edindim.



































Gelelim Deftones'un 2010'da piyasaya sürdüğü Diamond Eyes albümüne... Bugüne kadar bir çok başarılı albüme imza atmış olan Deftones, bu albümle benim gönlümü öyle bir fethetti ki... Her parçası ayrı bir güzel! Normalde bir grup çok başarılıysa (ki Deftones öyledir), daha sonra sanki hiç güzel albüm yapamayacaklarmış gibi gelir. Yani güzel bir albümden sonra daha güzeli olamayacak diye düşünürüm hep. Güzel olanlar hep eskidir ve yenileri asla eskileri kadar tat vermezler. Ama bu albüm gerçekten çok başarılı olmuş. Üstelik klasik Deftones tarzını bozmadan, yine kendilerini yansıtan bir albüm yapmışlar. Bu durumun aynısı olarak, Katatonia'nın da son albümü olan "Night is the New Day" de aynı özellikleri taşıyor. Gerçekten "çok iyi" olarak nitelendirebilirim. Çünkü onlar da uzun süredir çok iyi albümler sürmemişlerdi piyasaya. Üstelik bundan önceki son iki albümlerini neredeyse "çöp" olarak bile nitelendirebilirim...


Deftones için en üzücü olay ise sanırım 2008 yılının son aylarında, grubun basçısı olan Chi Cheng'in bir araba kazası sonucu ölümden dönüp komaya girmesidir. Hala komada olan Chi, benim için zamanında Deftones'un en favori elemanıydı. Zaten çoğu Deftones fanı için de bu böyledir diye düşünüyorum. Chi Cheng için bir fanı Oneloveforchi adlı websitesini kurmuş ve orada belirli zaman aralıklarıyla Chi hakkında bilgi veriyor ve aynı zamanda onun için sitede yardım toplanıyor. Ölmemesi gerçekten bir mucize ama bilincinin yerine gelip tekrar eski sağlığına kavuşması da mucize gibi...