25.09.2009

Gelebilir yani...

Bazı şeylerin başlangıcı, aslında bazı şeylerin bittiği anlamına gelebilir...

27.06.2009

Bass mı? Evet evet!!!

Çok geç kalınmış bir yazı, biliyorum. Zaten böyle olacağı belliydi, bir hevesle blog aç, sonra da üşenip yazma...

Tam tarihini hatırlamasam da nisan sonu, mayıs başı gibi bir bass gitar almaya karar verdim. Uzun zamandır istiyordum zaten. Elektrodan bass gitara ani bir geçiş oldu. Elimde olsa tüm müzik aletlerini çalabilmeyi istiyorum! Evet istiyorum! Çok param olunca alabildiğim kadar müzik aleti alıcam! Hepsini yarım yarım öğrenip yarım bırakılmışlar silsilesine bir çok şeyi daha eklemiş olucam! İşte insanın her şeye hevesi olunca hiç bir şeyi tam yapamıyor...

Gelelim bass gitar alma hikayeme... Bundan önceki iş yerimde "metalci" bir iş arkadaşım var idi. Kendisi peh gözel gitar çalar. Öylesine, her metalci gencin yaptığı gibi "Grup kuralım mı la?"lar gerçeğe dönüştü ve küçük çapta bir grup kuruverdik. Ben bass çalmak istedim. Uzun bir süre sağdan soldan bass gitarı olan bir insan evladı aradık. Herkes bir bahane bulup vermedi gitarını (ben olsam ben de vermem). Bir kere de stüdyoya girdik, stüdyonun uyduruk bass gitarını kullandıktan sonra bu işin böyle yürümeyeceğini anladım. Delirip netten 2. el bass gitar araştırmaya başladım. Nitekim bulamadım. Daha sonra Zuhal Müzik'te çalışan pek muhterem arkadaşım Mastercan'a sordum. Dedim ki koçum bi bak bakalım sizin orda bass gitarlar gaçaymış... O da bana fiyat listesi verdi. 2. el almaktan daha cazip olduğu için almaya karar verdim. Ama macenta rengi alacağım diye tutturdum. Ama ne yazık ki Türkiye'ye o tarz renkler yalnızca istek üzerine geliyormuş ve gelmesi de 4 ayı buluyormuş. Mecburen yukardaki resimde görünen gitarı aldım (Ibanez Gsr200). Ama ben soldakini almak istiyordum... Neyse artık...

Sonuçta bir grup oluşturduk, her ne kadar vokalimiz olmasa da... Bir gün o da olur belki...

11.03.2009

Stop Swimming

Maybe it's time to stop swimming
Maybe it's time to find out where I'm at
What I should do and where I should be
But no-one will give me a map

Belki de şu an hissettiklerim bu uyduruk dörtlükten bile daha uyduruktur... Ana sayfamda, izlediklerim kısmında en yakın arkadaşlarımdan biri olan Deus Ex Machina var. Blog adı "Hayattan gram zevk almıyorum". Keşke ondan önce davranıp ben alsaymışım o adı :) Ne kadar da haklı! Orta okul, lise yıllarımı hatırlıyorum da, gülmekten karnıma ağrılar girerdi. Neye gülerdim, ne anlardım hayattan bilemiyorum. Sanırım insan büyüdükçe dertleri de gerçekten büyüyor. O zamanlar dünyam çok küçükmüş bunu anladım. Her şeyin farkına vardıkça memnuniyet anlayışı da değişiyormuş insanın. Hiç birşeyden memnun olamıyorum, hatayı da kendimde bulamıyorum. Ama öyle anlar var ki, hiç ummadığınız, belki de hayatta sizin biraz da olsun tebessüm etmenizi sağlayan, sizi en çok siz yapan biri gelir ve "Kimsin sen? Kimsin ki?" diyip, sizi bir anda o garip kalabalığın içinde kendinize getirir ve hayattaki yerinizi ve konumunuzu anlamlandırmaya çalışırsınız. Kimim ben? Kimim ki? Hiç kimse olmak istemiyorum aslında... Sen kimsin peki? İlk kez soruyorum bunu... Evet, sen kimsin?

8.03.2009

Japonya'dan gelen hediye silsilesi!

Yuki Japonya'ya döndüğünde, bana yakisoba sosu yollayacağını söylemişti. Adresimi istedi, yolladım. Sonra tutuşmuş bir şekilde bana tekrar mesaj attı. Posta kodumu yazmamışmışım nasıl gelecekmiş paket! Dedim, o kadar da sorun değil posta kodsuz da gelir, sen sadece benim yazdıklarımı geçir paketin üstüne yeter! Aşırı bir ısrarla zorla benden yıllardır ezberleyemediğim posta kodumu arattırıp aldı. Neyse... Nihayetinde "sosu sana yolladım, ne zaman gelir bilmem" diyip "tembel türkler" diye de peşine ekleyivermiş :)
Bir gün evden çıkaduruyordum ki posta kutuma PTT'den kağıt gelmiş. Gelmişler de bulamamışlar. Halbuki kağıt, benim kağıdı bulduğum gün gelmiş ve ben o gün ilk kez evden çıkıyordum. Yalancılar... Koşup paketi alıp eve döndüm. Ben sadece sos beklerken bir sürü şey yollamış. Sağolsun hepsini de o kadar güzel paketlemiş ki her birini açmam dakikalarımı aldı =)

Kutuda ilk olarak elime ulaşan 2 adet sake idi. Sake ama nasıl sake =) Bu şekilde içki satıldığını da ilk kez gördüm doğrusu! Mübarek nesquick! Sağolsun yani yollamış. Lafımız Yuki neden böyle bişey yollamış diye değil, kutu komik =) Neyse, sakelerin biri burada tanıştığı bir arkadaşımız için, diğeri ise Skingrat içinmiş. İki kutudan da nasiplendim gerisi benim için önemli değil =) Bir kere daha sake içmiştim. Ama o sake parti sakesiydi. Sakeler tür tür oluyormuş. Benim içtiğim 2 ayrı sake de tat olarak birbirini andırıyordu. Beyaz şarap ve şampanya karışımı tatlımtrak bir tadı var. Herkes hoşlanmayabilir belki. Muallak bi tat! Ama ben seviyorum... İşte bunu seviyorum! Barabbabbab ba...

Sakelerden sonra elime gelen diğer şey ise bir mangaydı. Adı Nana! Görünce "oleeey" dedim içimden. Ama içimden... Daha sonra gördüğüm ise beni pek mutlu etmedi. Manga benim Japonca'dan arkadaşım Burcu içindi... Üzerindeki notu okuduktan sonra anladım. Niye üzüldüm bilmiyorum. Sanki oturup abidik gubidik manga okuyacağım! Ama kitap ya, renkli ya, ilgimi çekti birden. Sonra kendi kendimi telkin ettim sana başka manga mı yok kızım diye =) Nitekim mangayı sahibesine verdim gitti...

Daha sonra iki çift hashi gördüm (Yemek çubuğunun Japonca adını yazayım da havam olsun). Üzerlerinde Kabuki resimleri var. Birinde erkek birinde de kadın karakteri var. Çok güzeller.

Evetti. Ve işte yakisoba sosuydu! (Ve bağlacı ile cümleye başlanmaz çıt çıt çıt...) Çok da büyük bir sos değil. En fazla iki kere yapılabilir diye düşünüyorum. Daha tadına bakmadım, denemedim. Karşı komşum(eski ev ve lise arkadaşım) ve erkek arkadaşına yapmak için söz verdim. Beraber yiyeceğiz. Göya ne zamandır yapıcaz ama hala yapamadık... Umarım matah bir şeydir! Yakisoba sossuz yakisoba olmazmışmış. Bakalım olur mu olmaz mı... Bu da benim aklıma "Rus salatasız kumpir mi olur!?" diye hönküren kumpirci şahsı getirdi. Arkadaşım "Kumpir istiyorum ama rus salatası olmasın lütfen" dediğinde hönkürülmüş bişeydi... Şimdilerde mottom oldu...


Globalleşen dünyamızda en sevdiğimiz cıncırık Hello Kitty! Neyse bu! Pazar donlarında, telefon kılıflarında, uyduruk pijamalarda... Her yerde!!! Artık görünce insanın midesini bulandırıyor. İlgi de çekmiyor! Yuki'nin dediğine göre Türkiye'deki tüm Hello Kittyler fake imiş. Ben bilmem. Sahte & gerçek takıntım olmadığından bu konu hakkında bilgim yok. Nihayetinde 2 adet hello kitty telefon süsü yollamış. Fotoğrafta görüneni aslında arkadaşım Billur için yollamış ama o 1 sene kadar Hollanda'da okuyacak. Paket ulaştığında o daha yeni gitmişti. Kısmet değilmiş =) Bana yolladığı ise suşi yapan bi hello kitty. Bir de üstünde zil var çıngır çıngır ötüyor. Aslında ben telefonumda telefon süsü kullanmayı çok severim ama telefonumu değiştirdim, çok kuul bi telefon olduğundan süs takma şeysi yok. Ben de kedim Miyu'nun tasmasına astım. Çok cici oldu, hatta biraz da gay oldu. Olsun...
Matsutake çorbası... Bir zamanlar Ankara'da yaşayan, köprü mühendisi olarak buraya getirtilen deli bir Japon amca vardı. Onun bloğunu okurdum zaman zaman. Yeni Türkçe öğrendiği için bloğuna hem Türkçe hem de Japoncasını yazardı. En ilgimi çeken de adamın deli gibi Japonya'dan matsutake mantarı getirtmesiydi. Orada bile kilosu türk parasıyla 40-50 lira civarı. Oysa o kargo ile getittiriyordu. Yuki'ye bunu anlattığımda "Ooo çok zengindir o zaman" demişti ve dalga geçmişti. Japonya'da da hazır çorbasını bulunca hemen bir hevesle onu da atıvermiş pakete =)) Çok sevindim. Ama gerçekten tadını merak etmiyorum...


4 çeşit de miso çorbası geldi. Miso, soya fasülyesine verilen ad. Soya fasülyesi ezmesinden yapılıyor bu çorba. Gerçekten tadı çok değişik. Yani herkese hitap edecek bir şey değil. Bana hiç hitap etmedi mesela. Yuki'nin yolladığı paketten 4 adet miso çıktı. 4'ü de farklı bir çeşit. Geçenlerde dayanamayıp bir tanesini deneyeyim dedim. Denemez olaydım. Sol tarafta görünen fotoğrafta, üstteki parlak paketlerin içinden soya fasülyesi ezmesi çıkıyor. Vıcık vıcık yumuşak bir şey. Alttaki beyaz paketlerden de yanda görünen çorbaların üstündeki gıldır gıcıklar. Önce kaseye ezme koyulup üzerine sıcak su boşaltılıyor. sonra da diğer paketteki şey ekleniyor ve yeşil paketin üstündeki şeylerden oluveriyor. Hani Türkiye'de paketin üstünde bir resim vardır, paketin içinde de ondan var sanırız, hiç bir zaman da öyle olmaz ya, bu çorba aynen de göründüğü gibi oluyor. Gerçekten kötü bir tat. Çaktırmadan da bir balık tadı ve kokusu geliyor insana...
















İki tane de yemek kitabı geldi. Biri Miso çorbaları diğeri ise Yakisoba tarifleri. Malzemelerine baktım da, neredeyse çoğu Türkiye'de yok...

Yuki'nin yaşadığı yer olan Fukuoka'ya ait bir adet yerel dergi ve broşürümtrak
birşeyler yollamış. Henüz bakmaya fırsat bulamadım.



















İşte, bu da çikolata. Aynı paketin üstünde göründüğü gibi. Tadı da, bildiğimiz çubuk kraker, erimiş bitter çikolataya batırılmış. Hayal etmesi çok da zor değil... Burada hediyeler bitti sanırım. Tabii unuttuğum kalmadıysa =))
Görüşürüz...

Dünya Kadınlar Günü



8 Mart "Dünya Kadınlar Günü" nü kutlamıyorum! Ne ki bu? Sevgililer gününe ota boka karşı çıkan sözde entel tüm kadınlar neden bu güne 4 elle sarılıyor? Böyle bir günün varlığını kabullenip kutlamak bence en başta kendini 2. sınıf görmenin önde koşanıdır... Çok sinirlendim devam etmiyim...

7.03.2009

Japon Yemekleri

2008'in aralık ayında evime 1,5 aylığına "home stay" yapmak için Japon bir kız geldi. Birlikte çok ilginç bir 1,5 ay geçirdik. Sürekli birbirimize yemekler pişirdik ^_^ . İlk kez gerçek Japon yemeği tatma fırsatı buldum. Aslında Ankara'daki tüm Japon yemeği yapan restoranlara gitmişliğim var fakat, burada yaşayan tüm Japon arkadaşlarım hiçbirinin gerçek Japon yemeği olmadığını söylüyorlar. Japonya'ya da gitme fırsatım olmadığı için Japon tatlarını home stay arkadaşım olan Yuki'nin yemeklerinden tattım. Çok ilginçtir ki her yemeğe şeker koyuyor bu Japonlar. Soya sosundan bahsetmeye bile gerek yok sanırım =) Benim yediğim çoğu yemeğin tadı güzeldi. Türkiye malzemeleriyle yaptığı için de olabilir tabii... Mesela onlar et olarak genellikle domuz etini kullanıyorlar. Dana eti pahalı olduğu için pek tercih edilmiyormuş. Fakat buralarda domuz eti bulamadığımızdan her yemeği dana etiyle yapmak zorunda kaldı.





Mesela bu Gyudon. Çok değişik bir tadı yoktu. Türklerin yaptığı haşlama ete benziyordu. Bir tencerede et, patates, havuç ve soğanı haşlamış. Bizlerden farklı olarak içinde sadece soya sosu ve evde şeker olmadığı için de biraz bal vardı.







Bu da Pho. Fakat bu Japon yemeği değilmiş. Tayland yemeği olduğunu söyledi Yuki. Tadı fena değildi. Çok hafif bir yemek. İçinde havuç, mantar, soğan, japon turpu (daikon), marul, pirinç şehriyesi ve görüldüğü gibi köfteler vardı. ama bizim usül köftelerden değil. Yalnızca kıyma ve taze soğan ile yapılıyor. Bir çok çeşidi vardır herhalde bu yemeğin ama Yuki böyle yaptı. Pirinç şehriyesi de tüm büyük marketlerde var. Yuki bana pirinç şehriyesinde hiç kalori olmadığını söyledi ama bana pek inandırıcı gelmedi doğrusu... Artık pirinç şehriyesine tüm büyük marketlerde de rastlamak mümkün. Tabii ithal bir ürün olduğu için fiyatı da biraz pahalı sayılır. Yanda görülen fotoğraftakiyle aynı marka olmasa da Avrupa'dan ithal olanları çoğu markette mevcut.

Bu ise Gyoza. Bir çeşit mantı. Yapılışı tıpkı Türk mantısına benziyor. Ama hamurun büyüklüğü orta boy bir poğaça kadar oluyor. İçindeki kıyma da yine taze soğanlı. Ben pişmiş halinin fotoğrafını çekmeyi unuttuğum için önceden Uzak Doğu restoranında yediğim bir gyoza fotoğrafı koyuyorum.Hamurlar yağda kızartılarak pişiriliyor. Buharda haşlama tarzında da yapılıyormuş ama Yuki kızartma olanın daha güzel olduğunu söyledi. Tadı da kızarmış böreği andırıyor. Fakat Yuki bol sirkeli, soyalı ve küçük doğranmış sarımsaklarla bir sos hazırladı. Ona batırarak yemek zorunda kaldık =) Aslında insanın üzerine yoğurt döküp yiyesi geliyor...


Bu da Tori Soboro Gohan. Haşlanmış pirincin üstüne yumurta sarıları ve kıyma boyutuna getirilmiş ve soyayla pişirilmiş tavuk konuluyor. Ben bu fotoğrafı internetten buldum. Yine fotoğraf çekmeyi unutmuşum =/ Hatta bu yemek Yuki'nin ben ve Skingrat için yaptığı ilk yemekti. Tadı da oldukça güzel. Yuki'ninkinde, fotoğraftakinden farklı olarak bir de haşlanmış ve küçük küçük doğranmış yeşil fasülye vardı. Tabak geldiğinde 3 renkti ve çok güzel görünüyordu. Skingrat için hayal kırıklığı yaratan şey ise Yuki'nin yanında ikram ettiği Miso Çorbasıydı. Çorbayı da kupalarda, yemeğin yanında ikram etti bize. Daha önce de içmiştim. Güzel bir tadı yok, ben beğenmiyorum. Ama Skingrat kesinlikle nefret ediyor =)


İşte en sevdiğim Japon yemeği! Yakisoba! Yapılışı kolay ama biraz uzun sürüyor. İçinde yok yok! Önce erişteler 5-6 dakika suda haşlanıyor. Daha sonra bir kenarda mantar, tavuk, taze soğan, soya filizi, lahana, brokoli, havuç, kırmızı ve yeşil biber, kuru soğan...vb jülyen olarak doğandıktan sonra tavada, biraz yağda hafif soya ile pişiriliyor. Sonra porsiyon olark erişte ve pişen malzeme ayrı bir yere alınıp Yaki soba sosu eklenerek ateşin üzerinde karıştırılıyor. Yakisoba sosu Türkiye'de satılmadığı için Yuki kendi bir sos yapmaya çalıştı. Hatta yemeği bize sunarken de "Wanna be Yakisoba" diyerek sundu =) Bu mutlaka Yakisoba sosu ile yapılmalıymış, tadını veren o sosmuş. Bu yüzden döndükten sonra bana Japonya'dan Yakisoba sosu yolladı. Onu yollarken de yanında bir ton hediye göndermiş. Onları da ayrı bir post olarak yollayacağım.

6.03.2009

Dartanyan


Bugün Skingrat ile dışarı çıkmak için sözleşmiştik. Kalktım, kahvaltımı yaptım, giyindim ve Skingrat'ın evine onu almaya gittim. Sonra birlikte çıkıp yürümeye başladık. Mahalle kasabı uzakta gözüme iliştiğinde, yanındaki emlakçının kuzu/at kıvamındaki kedisi aklıma geldi. "Tüm gün de kasabın önünde oturuyo hınzır çıt çıt çıt..." diye gülüştük.

Mahallenin en bilindik simalarından olan "Dartanyan" isimli kedi de genelde oralarda dolanır. Bu kediyi ilk keşfetmemiz bundan 3 sene öncesine dayanıyor. Sürekli rastlıyorduk bu top sakallı kediciğe. Ama biz aramızda "Johnny Depp" diyorduk =) Ama orada onu besleyen bir mahalleliden öğrendik ki; onlar da ona "Dartanyan" ismini vermişler. Neyse, asıl konuya dönecek olursak; kasabın önüne gelene kadar, hazır söz de emlakçının kedisinden açılmışken Dartanyan'dan da sözetmeden edemedik. Hatta karşı kaldırımda bir kedi vardı, acaba Dartanyan mı diye uzun süre inceleyip onun olmadığına karar verdik. Kasabın önünden 50 metre yürüdükten sonra kaldırımda, kaldırımın tam ortasında duran beyaz bir poşet ilişti gözüme. Yanına yaklaşınca gördüğüm şeye önce anlam veremedim, ama sonra bir de baktım ki poşetten dışarı 2 adet pati sarkmış. Yanından geçip gitmek istedi içim... Sonra Skingrat poşete yaklaşıp ayağıyla poşetin içine bakmaya çalıştı. Hafifçe poşeti kaldırıp "Dartanyan" diyip yürümeye başladı. O anda aldığı yüz şeklini hiç unutamayacağım herhalde... Bir kaç saniye bir şey söylemedim, söyleyemedim. Yalnızca "Emin misin?" diye sordum. "Bilmiyorum, o galiba..." diye cevap verdi. Kelimeler kifayetsiz kalmıştı. 1 dakika önce ondan bahsediyorduk! Poşetin içinde gördüğü kedide bıyık lekesi gördüğünü söyledi. Ama o tarife uyan bir kedi daha var bizim oralarda. O da bizim arkadaşımıza sahiplendirdiğimiz Hera'nın annesi... Şimdi önümüzde iki seçenek var; acaba o ceset Hera'nın annesine mi yoksa Dartanyan'a mı ait? Her iki sonuç da bizim için çok üzücü... Olan olmuş artık... Aklımdaki başka bir soru da o zavallı kedinin nasıl öldüğü? Hadi onu da geçtim, kim o kedinin cesedini alıp, poşete koyup, kaldırımın ortasına bırakmış?

Bugünden itibaren Skingrat ve ben yolları gözleyeceğiz. "Acaba poşetin içindeki Hera'nın annesi mi yoksa Dartanyan mıydı?" diye..



.