Yol boyunca hiç sıkılmadık. Sahil şeridi boyunca yavaş yavaş manzarayı izleyerek devam ettik yolumuza. Giresun yakınlarında karnımızın acıktığını farkedip, biraz atıştırıp çay içilebilecek bir yer aradık. En sonunda "Tirebolu" diye bir yere gittik. Zaten yol boyunca gördüğümüz reklam tabelaları sürekli bize kilometreleri saydırarak hedefe ulaştırdı.
Mekan çok güzel görünüyordu ama arabadan iner inmez sıcaktan beynim durmuş olacak ki mekana dair hiç bir fotoğraf çekmemişim =(( İlk gözüme çarpan şey ise işletmede 1 tane erkek çalışan bile olmaması!!! Tüm servis elemanları tek tip giysi giymişler ve hepsi de üniversitede okuyan genç kızlardı. Nerden mi biliyorum? Girişken anne sohbetinden!
Menüyü uzun uzun inceledikten sonra (ki tek sayfa bir şeydi), 4ümüz de "kuymak" yemeye karar verdik. Aslında o anda hiç kuymak yiyesim yoktu. O sıcakta o kadar yağı ve tuzu kaldıracak güçte değildim... Fakat televizyonda o kadar çok abuk subuk gurme programı izledim ki karadenize gidip de "kuymak" yiyen! Çok özendim onlara ve bunu yerinde yemeliyim dedim. Yanına da 4 kişilik semaver istedik. O sıcakta buharı üstünde semaver istemek ne kadar akıl karıydı bilemiyorum ama, çayın tadı gerçekten de harikaydı! Zaten orada da öğrendim ki Tirebolu çayı ünlü bir şeymiş!
Kuymak, fotoğrafta da görüldüğü üzere, usulüne uygun olarak bakır bir kapta geldi. Bizimle ilgilenen kızcağız, siparişi aldıktan sonra hepimizi yağ konusunda uyardı. Rahatsızlığımızın olup olmadığını sordu. Çünkü bolca tereyağ kullanılıyormuş, peynir zaten çok yağlıymış ve en son da sıvı yağ ile harmanlanıyormuş. Zaten kuymak denilen şey yağ, mısır unu ve peynirden oluşan bir şey. Kızın dediğinden anladığım da yağın içinde erimiş mısır unu ve peynir. Gerçi kuymağın olayı bu =)) Ama ben biraz yağ olayına karşıyım. Kız yüzümden anlamış olacak ki "isterseniz yağı en az olacak şekilde yaptırtayım" dedi. Hepimiz bu şekilde sipariş verdik, çünkü gelecek şeyin her halükarda (az yağlı olsun dememize rağmen) yağ bombardımanı olacağını biliyorduk. Tadına gelince; çok muhteşem diyemeyeceğim. Benim evde kendi yaptıklarımdan çok farklı bir tadı yoktu ama yine de kuymağı yerinde yiyerek içimi rahatlatmış oldum!
Yemeklerimizi bitirdikten sonra ben bir ara mekandaki ürünlere bakarken mutfağı gördüm. Mutfaktaki aşçı da kadındı. Bu iş gerçekten çok hoşuma gitti =)) Yol üstü bir mekanda tüm çalışanlar kadın!!! Buna kısaca işte KARADENİZ de diyebiliriz!
Mekanda ayrıca yöreye ait bal ve çay çeşitleri satılıyordu. Biz de hem kendimize, hem de eşe dosta hediye çaylar aldık. (Tabii ben Ankara'ya dönerken kendi payımı getirmeyi unuttum!!!)
Yemek beni çok tatmin etmese de, çevrenin ve mekanın güzelliğinden dolayı mutlu mesut ayrıldım ordan... Daha ayrıntılı bilgi için kendi sitesi incelenebilir...
Nihayet Trabzon'a gelebilmiştik. Asıl oraya gitme nedenimiz olan işlerimizi hallettikten sonra, çok kısa bir Forum turu yaptık. Yani koskoca Trabzona gidip şehir merkezini görememek de ayrı bir olaydı... Neyse... Dönüş için 18:30 - 19:00 sularında yola koyulduk. Bu sefer akşam yemeği için arayışlar başlamıştı. İlginçtir ki Trabzon'da ramazan boyunca hiç bir restoran açık olmazmış. Her restoranın camında "iftarda açığız" yazısını görmekten bıktığımız bir anda "Fevzi Hoca"nın
açık olduğunu keşfettik. Meğer çok ünlü bir yermiş. Gerçi dışarıdan bakınca da bu gayet güzel anlaşılıyor. İçerisi çok güzel ama mimarisi garip bir yerdi. Mekan denize sıfır. Fakat denizden bayaa bir yüksek. En azından girişi öyle =) İçeri girince, restoranın bir kaç katı daha olduğunu anlıyorsunuz. Ama aşağı doğru! Biz yalnızca bir kat aşağı indik. Restoran bomboştu ve garsonlar harıl harıl iftar sofralarını hazırlıyordu. Bizim bulunduğumuz saatte bomboş olmasına rağmen iftarda tamamen dolu olacağı belliydi tüm masaların hazır olmasından.
Menü istediğimde, bana yalnızca akçaabat köfte ve mezgit olduğunu söylediler. Aşırı derecede balık yiyesim vardı ama yine "yerinde yeme" sevdam yüzünden akçaabat köfte siparişi verdim. Yine 4ümüzün seçeneği aynıydı.
En başta ikram olarak meşhur "kaygana" geldi sofraya... Tadı güzeldi. Krepimsi bir şey. Ama içerik olarak daha zengin.
Ayrıca piyaz ve salata siparişi verdik. İkisi de tatmin ediciydi.
Veeee nihayet köfteler geldi! Gerçekten de güzeldi! İstediğime hiç de pişman olmadım. Yemeğin ortasındayken 1 tabak kızarmış patates getiriverdiler ikram olarak! Çok şaşırdım ama güzel bir jest oldu bana. Heheheh =))
Ama ben en çok finali beğendim! Şerbetli tatlı sevmeyen ben, gelen ikram tatlılara bayıldım resmen!!! Solda görünen laz böreği, sağdaki ise kıvırtma. Kıvırtma gerçekten çok ince açılmış ve şerbeti az önce dökülüp getirilmişti. Ilıktı iki tatlı da. Kıvırtmanın içi tamamen ceviz doluydu.
Ben ilk kez laz böreği tatmış oldum. Bir başkasıyla kıyaslayamam bu yüzden ama dünya üzerinde yediğim en güzel tatlılardan biriydi diyebilirim. Şerbetli olmalarına rağmen ikisi de çok tatlı değildi! En çok tatlıdan memnun kaldım ben!
Böylesine sıcak, yoğun ve yorgun bir gün ve üstüne yemek... Bana çoktan rehavet çökmüştü bile... Dönüş zamanı gelmişti ve işte bir klasik: dönüş yolu boyunca uyukladım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder