Çarşamba gecesi Hindistan Büyükelçiliğine davetliydik. Davetin nedeni ise, derslerimizden birine, büyükelçinin eşinin girmesi. Dersin son haftasında da dersi alan herkesi elçiliğe yemeğe davet etti.
İlk elçiliğin kapısından girdiğimizde, büyükçe bir bahçeden devam edip, hedef mekana ulaştık. Devasa ve güzel bir kapısı vardı. Kapıda bizi görevliler karşıladı. Montlarımızı verip topluca bize gösterilen yere doğru ilerledik. Gerçekten o kadar büyüktü ki, oda içinde odalar vardı. Her odanın kendine ait hoş bir havası vardı. İnsanı güzel hissettiriyordu.
Köşede duran ikram içkiler gerçekten çok hoştu. İlk 1,5-2 saat, içkilerden sorumlu görevli sürekli bizlere içki servisi yaptı. Her bir köşeye konulmuş aperatifler, sabırsız davetlileri yemeğe kadar oyalamayı başarabildi (bunlardan biri benim evet!). Ben içki faslına viski ile başladım. Onun ardından Skingrat ile içki keşfine çıktık. Görevlinin de önersiyle Campari'de karar kıldık. İlk defa denedik ikimiz de. O kadar çok beğendik ki!
İçkilerimizi bitirmemize fırsat kalmadan yemek salonuna çağrıldık. Kocaman ve şık bir davet masası vardı. Yemekler bir köşede, açık büfe şeklindeydi. Yemeklerin isimlerinin fotoğrafını, kalabalık yüzünden çekemedim. Ezberleyemedim de... Sadece içeriklerini biliyorum =) Yemeklerde domuz eti ve inek eti kullanılmamış olması ilginçti(!). Et olarak yalnızca kuzu ve tavuk eti vardı. Tavuk eti neye bulanıp pişirilmişti bilmiyorum ama yoğun bir baharat tadı vardı. Kuzu eti ise ıspanak püresine bulanmış, bir çok baharatla da çeşitlendirilmişti. Bunların dışında domatesle pişirilmiş çiftlik peyniri, bamya kızartması, sotelenmiş karnıbahar, körili ve limondan yenemeyek şekilde olan hamurumsu bir şey, körili ve değişik fıstıklı bir pilav, kırmızı ve yeşil biber sotesi... Aralarından hiç birini çok çok sevmedim. Ama yenmeyecek gibi de değildi. Asya yemeklerini çok tattığımdan, ilk yenildiğinde şok olunulcak bir durum yoktu.
Yemek faslından sonra tatlı faslına geçildi. Tatlı olarak da pirinçli, sütlaça benzeyen, ama tat olarak sütlaçla alakası olmayan, daha sulu, daha lapa pirinçli ve fıstıklı bir tatlı geldi. Çok şekerli değildi, bu yüzden hoşuma gitti. Diğer tatlı ise tereyağında havuç ve bol fıstığın kavrulmasından oluşmuş bir şeydi. Tadı hem sıcak cezerye gibi, hem de irmik helvası gibiydi. Bunu da beğendim. Ama yemek sonunda ağzımda bitmeyen bir zencefil tadı... O tadı bir türlü yok edemedim.
Yemek sonunda hepimiz içeri geçip, çay ve kahvelerimizi içmek için oturacak yerlere dağıldık. Ben tercihimi çaydan yana yaptım. Keşke kahveden yana yapsaymışım. Çay da çok baharatlı, değişik bir şeydi. Kahve insan kahvesiydi ama, tadına baktım... Misafirler yavaş yavaş dağılmaya başlarken, büyükelçi yanımıza geldi. Derken koyu bir siyaset muhabbeti başladı. Hazır adamı bulmuşken fena sıkıştırdık. Ama gerçekten o kadar tatlı birisi ki, kimseyi kırmadan tatlı tatlı konuştu tüm gece. Sonrasında herkes gidince eşi de (Hocamız) bize katıldı ve sohbet devam etti. Aslında çok daha uzun saatler devam edebilecek bir sohbetti ama, hocanın gözlerinin kaymasından ve esnemelerinden işgillenerek, ayıp olmasın diye kalktık =)) Yine görkemli bir yolculamadan sonra, içkinin verdiği gazla, Cinnah'ın en tepesinden Esat'a kadar yürüdük. Bazılarımız Kızılay'a kadar yürüdüler. Ama çok güzel bir gece geçirdik. Herkes yüzünde kocaman gülücüklerle ayrıldı...
19.12.2010
Unicef Etkinliği
Dün Skingrat ile gerçekten Sharaton otelindeki Unicef yararına yapılan yılbaşı etkinliğine gittik. Gerçekten yaptık bunu. Gitmeden önce çok şey hayal etmiştik. Üşenip gitmezsek çok üzülecektik. Neyse, yola koyulduk. Arjantin Caddesine direkt gitmeyip, Karum'un arkasındaki çimenlikten gidelim dedik. Çok ses olur diye düşünmüştüm. Çünkü etkinlik açıklamasında noel baba gelecek, çocukları eğlendirecek, hatta bilmemne fotoğrafçılık gelecek ve o anları ölümsüzleştirecekti. Etkinlik büyük ve önemli olmalıydı. Merdivenlerden çıkarken ne bir ses duyduk, ne de herhangi bir kalabalık gördük. Ama bi dakka! Uzakta minicik, çardak kıvamında bir çadır vardı. Acaba o muydu? Önce inanmak istemedik. "Herhalde bitti" diye düşündük. Peki o küçük çadırımsı şey neydi? Yaklaştık, baktık... İçerde 2 metreyi aşmayan bir tezgah, üstünde "unicef" ürünleri. Ama 3-5 taneyi geçmeyecek şekilde. Karşı tezgahta da krep tarzı bir yemek ve sıcak çikolata (sanırım) kazanı. Kimseler de gelmemiş. İlgi sıfır... Yani ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Ama Unicef için yardımsa, neden halkın ilşgisini çekecek bir şeyler yapılmadı? Zira 50 mt aşağıda D&R var. Hemen girişte zaten Unicef ürünleri var ve çadırdaki ürünlerin aynısı. Neden böyle bir şeye gerek duyulmuş çok şaşırdık doğrusu! Biz saat 3'e doğru gittik tabii. Daha erken kalabalık olduysa ve etkinliğin dibine vurdularsa onu bilemem. Bana çok amaçsız geldi. Zaten etkinlik bizi zevkten öldürmesin diye 5 dakika bile durmadan Karum'a gittik. Oradan da D&R'a gittik. Haftasonu olduğu için etkinlik çadırı hariç, her yer çok kalabalıktı. Hatta benim akşam için yetişmem gereken bir yer olmasa, D&R'da çok daha fazla kalmak isterdim. Bir etkinlik daha böyle sonlandı. Bakalım gelecekte bizi neler bekliyor...
17.12.2010
Beklenmedik Aşure ve Japonya'dan gelen paket
Bugün okula gitmek için evden çıkıyordum. Kapıyı bir açtım ki, karşımda üst komşum, elinde koca tepsi, içinde 4 adet aşure. Tam zilimi çalıyordu. Kendisiyle apartmanda sürekli karşılaşmış olmama rağmen bir kez bile selam vermişliğim yoktur. Hatta canavar oğlunu sokakta oynarken çok ses yaptığı için ve kedilere taş attığı için azarlamışlığım bile vardır. Neyse efenim, "herkes aşure sevmez, seviyorsanız lütfen alın" dedi. Önce bir tereddüt ettim, baktım kaseler de aliminyum kağıttan kase (yani geri götürme mecburiyeti yok), "alayım, çok teşekkür ederim" dedim ve tekrar içeri girdim, dolaba koyup tekrar evden ayrıldım. Ama beynimi kemiren şey ise, kadına ne demem gerektiğiydi. Çünkü küçüklüğümden hatırlıyorum, apartmanlarda aşure yapılıp dağıtılırdı. Hatta helva da yapıp dağıtırlardı. Ben de hepsini tadıp, aralarından en güzelini seçer, kendi çapımda oyunlar oynardım. Ama bilmediğim şey ise, bunların dini amaçlı mı, yoksa geleneksel olarak mı yapıldığı... Yani "Allah kabul etsin" mi demeliydim? Şimdi bu benim için bir iyilik ya, kendi kendimi yiyip bitiririp...
Okul her zamanki rutinliğiyle devam ederken, biz yine "geleneksel cuma günü okul çıkışı yemek yemesi" olayını gerçekleştirdik. Oradan eve koyuldum. Kapının önüne geldiğimde bir de ne göreyim? Posta kutumda koskocaman bir zarf! Yuki'den! Zarfın üstündeki "two books" açıklamasına gözüm ilişiverdi ve daha da bir yihuu oldum. Evet, zarfın içinden 2 adet kitap ve yılbaşı kartı çıktı. Kitaplardan biri Doraemon mangası. Hem de kanjilerin üstünde küçük, hiragana ile okunuşları da var. Bilerek yollamış sanırım =)) Bana iyi bir alıştırma olacak! Unuttuğum en kolay kanjiyi bile hatırlamamda yardımcı olur diye düşünüyorum. Doraemon taa 1969'larda meşhur olmuş bir manga seriisiyken, daha sonra anime olarak da yayınlanmaya başlamış ve Japonya'daki en meşhur karakter olmayı başarmış. Doraemon, zamanda yolculuk eden robotik bir kedi.
Diğer kitabın ise başlığını okuyamadığım için umursamadan kenara koydum. Okumak zor olur, önce Doraemon'a bakarım dedim. Bu arada bu Japonların kitaplarının ya da dergilerinin üstünde gıldır gıcık etiketler olur. Ama yapışkan değil, katlanıp koyulmuş şekilde. İçinde broşürler olur falan. 1-2 saat sonra tekrar kenara koyduğum kitabı elime alıp, etiketini sıyırdığımda ise ne göreyim!!! Haruki Murakami kitabı!!! Yani istesem bu kadar kolay erişemezdim! Sanırım son zamanlarda en çok sevindiğim şey bu oldu. Adı "After the Quake - 神の子どもたちはみな踊る, Kami no kodomo-tachi wa mina odoru". İçinde 6 adet öykü var. Kitap orjinal, yani Japonca. Bu arada bilmeyenler için bir not düşeyim; fotoğraflara bakanlar şaşırıyor olabilirler, ama Japonya'da kitaplar hep tersten basılıdır (Batıya göre tersten). Yani kapağı tersten açarsınız, yazılar sağdan sola ve yukarıdan aşağı okunur. Tabii bu kitaba o kadar sevindim ama, okuyabilecek miyim sanki? Noo... Belki kursu bitirir bitirmez olsaydı biraz biraz kanjileri falan okurdum ama, aradan 3 sene geçmişken imkansız. Olsun, Japonca olması ve orjinal olması bile yeterince tatmin edici. Aslında ben çok kitap okuyan biri değilim, ama Haruki Murakami en sevdiğim yazar olma ünvanına sahip. Bir ara onunla ilgili de bir post yazmayı düşünüyorum zaten. Bakalım kısmet ne zamana...
Yapacak şey çok ama gerçekten fırsatım yok. Diyelim ki kitap okuyacağım, "o kitabı okuyacağım zamanda yüz kere ders çalışırım, sunumuma hazırlanırım, essaylerimi bitiririm" diyorum ve okumuyorum. Ama dersin başına da geçmiyorum. Ama o sırada başka bir şeyle de uğraşırsam kötü hissediyorum... Önümüzdeki haftaya koskoca bir kitaptan sunumum var. Koskoca kitap! Sunum da 10 dakkalık olmalıymış... Ne anladım o işten! "Viramma: A life of a dalit woman" isimli bir kitap. Tabii ki Hindistan dersi için... Bakalım altından kalkabilecek miyim?
Olmazsa olmaz not: Fotoğrafların uydurukluğuna aldırmanyınız lütfen, zıttırık ışık, acele ile çekilip müdahale yapılmadan konulmuş materyaller olarak nitelendirin.
Okul her zamanki rutinliğiyle devam ederken, biz yine "geleneksel cuma günü okul çıkışı yemek yemesi" olayını gerçekleştirdik. Oradan eve koyuldum. Kapının önüne geldiğimde bir de ne göreyim? Posta kutumda koskocaman bir zarf! Yuki'den! Zarfın üstündeki "two books" açıklamasına gözüm ilişiverdi ve daha da bir yihuu oldum. Evet, zarfın içinden 2 adet kitap ve yılbaşı kartı çıktı. Kitaplardan biri Doraemon mangası. Hem de kanjilerin üstünde küçük, hiragana ile okunuşları da var. Bilerek yollamış sanırım =)) Bana iyi bir alıştırma olacak! Unuttuğum en kolay kanjiyi bile hatırlamamda yardımcı olur diye düşünüyorum. Doraemon taa 1969'larda meşhur olmuş bir manga seriisiyken, daha sonra anime olarak da yayınlanmaya başlamış ve Japonya'daki en meşhur karakter olmayı başarmış. Doraemon, zamanda yolculuk eden robotik bir kedi.
Diğer kitabın ise başlığını okuyamadığım için umursamadan kenara koydum. Okumak zor olur, önce Doraemon'a bakarım dedim. Bu arada bu Japonların kitaplarının ya da dergilerinin üstünde gıldır gıcık etiketler olur. Ama yapışkan değil, katlanıp koyulmuş şekilde. İçinde broşürler olur falan. 1-2 saat sonra tekrar kenara koyduğum kitabı elime alıp, etiketini sıyırdığımda ise ne göreyim!!! Haruki Murakami kitabı!!! Yani istesem bu kadar kolay erişemezdim! Sanırım son zamanlarda en çok sevindiğim şey bu oldu. Adı "After the Quake - 神の子どもたちはみな踊る, Kami no kodomo-tachi wa mina odoru". İçinde 6 adet öykü var. Kitap orjinal, yani Japonca. Bu arada bilmeyenler için bir not düşeyim; fotoğraflara bakanlar şaşırıyor olabilirler, ama Japonya'da kitaplar hep tersten basılıdır (Batıya göre tersten). Yani kapağı tersten açarsınız, yazılar sağdan sola ve yukarıdan aşağı okunur. Tabii bu kitaba o kadar sevindim ama, okuyabilecek miyim sanki? Noo... Belki kursu bitirir bitirmez olsaydı biraz biraz kanjileri falan okurdum ama, aradan 3 sene geçmişken imkansız. Olsun, Japonca olması ve orjinal olması bile yeterince tatmin edici. Aslında ben çok kitap okuyan biri değilim, ama Haruki Murakami en sevdiğim yazar olma ünvanına sahip. Bir ara onunla ilgili de bir post yazmayı düşünüyorum zaten. Bakalım kısmet ne zamana...
Yapacak şey çok ama gerçekten fırsatım yok. Diyelim ki kitap okuyacağım, "o kitabı okuyacağım zamanda yüz kere ders çalışırım, sunumuma hazırlanırım, essaylerimi bitiririm" diyorum ve okumuyorum. Ama dersin başına da geçmiyorum. Ama o sırada başka bir şeyle de uğraşırsam kötü hissediyorum... Önümüzdeki haftaya koskoca bir kitaptan sunumum var. Koskoca kitap! Sunum da 10 dakkalık olmalıymış... Ne anladım o işten! "Viramma: A life of a dalit woman" isimli bir kitap. Tabii ki Hindistan dersi için... Bakalım altından kalkabilecek miyim?
Olmazsa olmaz not: Fotoğrafların uydurukluğuna aldırmanyınız lütfen, zıttırık ışık, acele ile çekilip müdahale yapılmadan konulmuş materyaller olarak nitelendirin.
15.12.2010
Almanya'dan gelen paket ve günlük olaylar
Dün sonunda Almanya'dan paket geldi! Arkadaşım Japonca gazete alıp yollamış bana. "Yomiuri Shinbun" , dünyanın en çok okunan gazetesi ünvanına sahip. Bu yüzden elimde 1 adet örneğinin olması güzel. Daha önceden de Türk-Japon Vakfı'na gittiğimde, oradaki Japonlardan okunmuş gazete istemiştim. Okunmuş gazete derken, eski gazete manasında... Ahauhauhauh iğrencim =) Yani bir kaç tane de Asahi Shinbun var elimde. Neyse, paketten sadece gazete çıkmadı tabii, 1 adet ağaç süsü melek ve 1 adet de Lindt'in yine yılbaşı ağacı süsü (tabii içinde 3 adet çikolatasıyla). Benim yılbaşı ağacım yok. Hem gerek yok, hem de o kadar gıldır gıcıktan koyacak yer yok. Zaten Miyu'nun olduğu yerde çok alengirli şeyler olamıyor genelde =) Dolayısı ile süsler nasiplerini evin hangi köşesinde bulacaklar merak ediyorum...
Bugün, nihayet yılbaşı kartlarını yollayıverdim. 2 adet Japonya'ya, 2 adet de Almanya'ya. Toplam 4 adet kart için 7 TL ödedim. Bana mı çok geldi yoksa gerçekten mi çok anlamadım! Ama çok koydu be atam! Atla deve değil ki! Kart yani sonuçta...
Önümüzdeki cumartesi günü de, Unicef yararına Sharaton'ın bahçesinde yılbaşı etkinliği düzenleniyormuş. Saat 12.00'de başlayıp 18.00'de bitecekmiş. Yılbaşı çadırı açılacak, Unicef yararına hediyelik eşyalar satlacakmış. Üşenmezsek Skingrat ile birlikte gitmeyi düşünüyoruz. Sürekli "ülkemizde neden diğer ülkelerde olduğu gibi etkinlikler, festivaller olmuyor monşer?" diye yakınıyoruz, en azından bir etkinlik bulmuşken gidip bir bakalım diyoruz. Kendi söylediklerimiz havada kalmasın. Belki havada kalacak ama, yine de bir yerlerde bir şeyler olacağını bilmek güzel =)
Bugün, nihayet yılbaşı kartlarını yollayıverdim. 2 adet Japonya'ya, 2 adet de Almanya'ya. Toplam 4 adet kart için 7 TL ödedim. Bana mı çok geldi yoksa gerçekten mi çok anlamadım! Ama çok koydu be atam! Atla deve değil ki! Kart yani sonuçta...
- Bu arada 29 Aralık'ta Hintli hocamız bizi elçilikte yemeğe davet etti. Sabırsızlıkla o günü bekliyorum!
Önümüzdeki cumartesi günü de, Unicef yararına Sharaton'ın bahçesinde yılbaşı etkinliği düzenleniyormuş. Saat 12.00'de başlayıp 18.00'de bitecekmiş. Yılbaşı çadırı açılacak, Unicef yararına hediyelik eşyalar satlacakmış. Üşenmezsek Skingrat ile birlikte gitmeyi düşünüyoruz. Sürekli "ülkemizde neden diğer ülkelerde olduğu gibi etkinlikler, festivaller olmuyor monşer?" diye yakınıyoruz, en azından bir etkinlik bulmuşken gidip bir bakalım diyoruz. Kendi söylediklerimiz havada kalmasın. Belki havada kalacak ama, yine de bir yerlerde bir şeyler olacağını bilmek güzel =)
10.12.2010
Gariplikler, hayıflanmalar, rutinlikler
- Bugün gün ışığına uyanamadım. Kalktığımda puslu, yarı karanlık ve yağmurlu bir hava vardı. En son uyandığımda saat öğlen 1'di. 15 dakika daha uyuyup uyanırım dedim. Daha sonra gözümü açtığımda saat çoktaaan 3 buçuğu geçmişti. Halbuki bugün için bir çok planım vardı. Hiç birini gerçekleştiremeyecek olmanın üzüntüsü kaplayıverdi beni. Zaten bugünlerde yine tam düzensiz hayata geçiş yapıverdim. Geceleri bir uyuyamama, bilmem ne... Geçen gün, bir gece öncesinde çok az uyumamdan mütevellit, okuldan eve döndüğümde çok uykumun olduğunu farkettim. Tüm gece uyumamak için adeta savaş verdim kendimce. 12 sularında dayanamayıp, kendime "çalışma odası" olarak ilan ettiğim yerde "1 saatcik uyuyayım" dedim. Neden gidip yatağımda uyumuyorsam sanki! İnsan hiç gece 12'de uyur mu? Aaa ne ayıp şey! Neyse, yine gözümü bir açtım, saat 2 oluvermiş. Uykum açılmasın diye makyajımı neyin çıkarmadan hoop yatağıma atladım. Gözlerimi de sımsıkı kapattım ki hemen uyuyayım! Ama ne mümkün... Bünyem bana yeni yeni huylar çıkardı. Eskiden hayvan gibi uyuyabiliyorken, şimdi menepozlu kadınlar gibi uyumamak için bin türlü bahaneler... Neyse efenim, ben dön dön, bir de baktım saat sabahın 4 buçuğu! E o zaman kalkıp uykumu arayayım dedim. Sanırım hayatımda ilk defa uyuyamadığımda yataktan kalktım! Yarı baygın bir şekilde tuvaletin yolunu tutup, ışığa basıverdim. Aman o da ne! Birden kıvılcımlar patlayıverdi, çat diye bir ses ve her yer bir anda karardı. Cep telefonu ışığı sayesinde yolumu buldum ve sigorta kutusunu kontrol ettim. Ve evet sigorta atmıştı. Ama çok geç ki, ampul patlayıvermişti. Olsundu, koridorun ışığıyla idare ederdimdi. Nitekim öyle de oldu... Garip uykular silsilesi... Sonrasında "madem artık sadece masaüstü bilgisayara mahkum değilim, netbookum var, o zaman sevgili yatağımda biraz nette vakit geçireyim" dedim. Sanırım sabah 6 gibi uykumu buldum.
- Sevgili oğlum Miyu, 1 yıldır hiçbir veteriner hekim tarafından herhangi bir tanı koyulamamış bir durumla pençeleşmekte. Gerçekten bu duruma çok üzülüyorum. Oğlum 1 senedir elizabeth tasmayla geziyor. Çünkü hiç durmadan kafasını kaşıyıp kanatıyor. Kaşıdığı yerlerde görünür bir lezyon da yok. Vücudu bir şey de üretmiyor dış görünüşte. Ama kaşıdıkça yara yapıyor kaşıdığı yeri. Ben 1 yıldır yaptığım tüm araştırmalarım sonucunda sorunun alerji olduğuna karar verdim. 2-3 sene aynı mamayı yiyince, bazı kedilerde olurmuş bu durum (Doğduğundan beri Hills yediği için veteriner bu durumu kabullenmiyor gerçi). Başka diyet mamalar denemek gerekirmiş araştırmalarıma göre. Ama zorlu bir süreç bu. Zırt diye geçecek bir şey değil. 1 senedir bu durumla hem benim, hem Miyu'nun boğuşması da kolay değil...
Bir haftadır meteoroloji tahminlerinde hiç yanılmıyor. Normalde pek tutturamazdı ama son 1 haftadır bir şeyler oldu. Bu yüzden korkuyorum. Bir kaç gündür havalar iyi gidiyordu, bugün için yağmurlu gösteriyordu. "Olur mu lan öyle!" demiştim ama hakikaten yağmur yağıyor! O zaman bu durumda yarın da kar mı yağacak? O zaman vay halime! çünkü 4-5 gün boyunca karlı gösteriyor ve havalar eksi derecelerde devam edecek. Yani? Buz olacak! So what? Geçen sene, Münich'te, tüm şehir buz tuttuğu için belediye tarafından her noktası çakıl taşlarıyla kaplanmış olmasına rağmen, ben 1 metrekarelik boş bir alanı bulup, kayıp,biraz havalanıp, dümdüz bir şekilde sırtüstü düşmeyi başarmış bir insan olarak... Korkularım anlam kazanıyordur umarım... Çok korkunçtu... Burada da aynı buzlanma yaşanırsa, zaten belediyenin umrunda olmadığı için, sokak kapısının önünden bile ayağımı çıkaramayacağım anlamına geliyor.
- Her şeyi geçtim. Yine çokça uzun bir süredir sırt ağrılarımla boğuşuyorum. Ne yaparsam yapayım ağrıyor! Bıktım vallahi de billahi de... Hayatında sporla tanışmamış bünye, resmen yalvarıyor bana. Ama inadımı yenemeyeceksin bünye!
- Bugün yarın dışarı çıkıp yılbaşı kartı almam lazım. Hem Japonya'daki, hem de Almanya'daki arkadaşlarıma kart atmam lazım. Yuki şimdiden yollamıştır kesin kartı! Bu sene ben de geç kalmamaya kararlıyım! Ayrıca Almanya'daki arkadaşlarımdan biri bana bir paket yollamış. İçinde büyük bir şey yok ama çok aradım bulmak için dedi. Çok merak ediyorum gerçekten de... 3 gün önce yollamış. Alamanya'dan paket kaç zamanda gelir ki?
4.12.2010
Nanta Cooking Show
Bugün Asya Çalışmaları bölümünden arkadaşlarla, Kore'den gelen "Nanta" grubunun şovunu izlemeye gittik. Gerçekten performansları inanılmazdı, ve hayatımda izlediğim en iyi gösteriydi diyebilirim. Kısaca açıklamak gerekirse de, konuşma olmadan, geleneksel Kore ritimlerinin komedi ve dramla birleşmesi denilebilir. Web sitelerinde böyle tanımlamışlar kendilerini. Sahnede hem dans, hem müzik, hem komedi, hem yemek pişirme, hem de tiyatroyu bir arada izliyorsunuz. İşin güzel kısmı ise interaktif olmaları. Seyirci ile zaman zaman diyalog içindeler ve gösteri herhangi sözsel bir şey içermediğinden dünyanın her yanından seyirciye açık bir gösteri. Fakat ufak tefek Türkçe sözcükler kullanarak gerçekten seyircileri şaşırtıp, eğlenceli vakit geçirmelerini sağladılar. Zaten şu an da dünya turu kapsamında gelmişler Türkiye'ye. Eminim yurtdışında insanlar bu gösteriye bir hayli para ödüyorlardır (ama ne kadara pahalı olursa olsun değer)! Fakat Türkiye'deki gösteri ücretsizdi. Girebilmek için yalnızca davetiye gerekiyordu. E davetiyeyi biz bulmayacağız da kim bulacak! =))
Bir daha Türkiye'ye gelirler mi bilmem. Ama siz siz olun, bu gösteriyi izleme fırsatını bulduğunuz anda kaçırmamaya bakın!
Fikir edinilmesi açısından trailer videosunu buradan izleyebilirsiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)