23.02.2011

Cafe Botanica @ Ankara

Pazar günü pukhsinitha ve Ş. Ankara'daydılar. Aslında birkaç gündür buradaydılar ama pazar günü sabah sınavım olduğu için, sınav sonrası görüşmeye karar verdik.

Sınav sonrasında, Skingrat ile buluştuk. Uzun süre yemek yiyecek yer aradıktan sonra Bestekar Sokak'ta bulunan Otantik Kumpir'de kumpir yemeye karar verdik. Pukhsinitha ve Ş. tok oldukları için 1 saat sonra bize katıldılar. Buluştuğumuzda, daha önce 1 kez arkadaşlarımla gidip, çok övdüğüm Cafe Botanica'ya gitmeyi önerdim.

İlk gitmemin hikayesi biraz değişik. Bir gün yine arkadaşlarla yemek sonrası güzel bir kahve içecek mekan ararken aklımıza Bülten Sokak'ta bulunan Sardunya gelmişti. Gittiğimizde tüm masalar doluydu (zaten çok küçük, 5-6 masa anca vardır). Oradaki görevli Botanica'ya gitmemizi önerdi. Orası da onlarınmış. "Orası da güzel, öneririm" dedi. Yerini tarif etti, "buradan gidin, önce sağa sonra sola (?), karşınıza çıkar" dedi. Hepimiz de ok deyip ayrıldık oradan. Hava o kadar soğuktu ki, gitsek mi diye düşünüp, "e gidelim o zaman" diye karar verdik. Herkes birbirine güvenmiş olacak ki, kimse adamın yol tarifini tam anlamıyla dinlememiş. Skingrat'ın iddiasıyla hepimiz peşine takıldık. Bir yokuşa ulaşınca da her birimiz "burada olamaz" diyip geri dönmeye karar verdik. Zaten hava o kadar soğuktu ki, kilitlenmiştik adeta. Aslında doğru yoldaymışız. 1 hafta sonra tekrar adamdan yol tarifi alıp gittiğimizde öğrendik bunu =))

Mekana girer girmez hepimiz büyülenmiştik (yine aynı tayfa). Çok kalabalıktı. Bize zar zor yer ayarladılar. Şarabını yudumlayanlar, birasını içenler, diğer masadan gelen kahve kokuları, önümüzden geçen büyük porsiyonlu tabaklar, süper döşenmiş bir mekan ve sevimli sevis elemanları... Gerçekten harikaydı. Öyle bir yere göre fiyatlar da çok makuldü! Hemen hepimiz ayrı ayrı kimleri oraya götürebileceğimizin planlarını yapaya başladık. 1-2 saat oturup şaraplarımızı bitirdikten sonra, daha sonra bir daha gitmek üzere ağzımız kulaklarımızda ayrıldık mekandan.

Nihayet geçtiğimiz pazar 2. kez, arkadaşların da gelme vesilesi ile mekana tekrar gittim. Mekan aynı güzellikte bekliyordu bizi. Ama Ankara'da pazar günleri lanetli olduğundan mekanda kimsecikler yoktu. Belki 1-2 masa... Ama o kadar. Biz toplam 3-4 saat oturmuşuzdur. Masa sayısı hiç değişmedi bu süre zarfında. Gelenler gitti, yenileri geldi, sayı hep sabitti.



 İlk başta hepimiz içecek bir şeyler istedik. İçecekler ortalamaydı. Benim lattem getirilirken yarısı dökülmüştü. Çocuk önüme koyup gülünce, ben de gülüp "önemli değil" dedim. Sanki önemli olsa, yenisini dökmeden mi getirecekti? Tadı kötüydü ve soğuk gelmişti. Ama yapacak bir şey yoktu. Zevk almadan içip bitirdim. Masadaki diğer kişiler bitki çayı tarzında şeyler istedikleri için ne kadar kötü olabilirlerdi bilemiyorum, ama çok özellikli değillerdi, eminim. Çook uzun saat orada olduğumuz için (pazar günü kalkıp nereye gidilir sanki), içecek istekleri birkaç sefer devam etti. Mesela masaya çay istedik, soğuktu. Değiştirttik, tadı kötüydü. Bu nasıl bir özensizlik anlayamadım yani. Aslında mekan ilk bakışta şarap evi görüntüsü veriyor, menüye de birçok şarap eklemişler zaten. Ama öyle süper şarapları da yok, ilk gittiğimizde onu da deneyimledik zaten. Ama kalabalıktan mıdır nedir, gerçekten büyülenmiştik. Gerçi mekan hala güzel benim için, ama sadece dekorasyon ve ambiyans olarak, gerisinin pek de güzel olduğunu düşünmüyorum. Buyrun yemeklere geçelim:



 İstenilebilecek 3 farklı kategoriden yemek seçtik (bilinçli değildi). Somon Izgara, Mantar Soslu Tavuk ve Ton Balıklı Salata. Bence cafe tarzı yerlerde ızgara balık seçimi pek mantıklı değil. Balık zaten riskli bir yiyecek grubu olduğundan, her zaman taze midir değil midir sorusu çokça meşgul ediyor zihnimi. Ton balığı için geçerli değil bu tabii, o da konserve olduğundan dolayı...
 Mantar soslu tavuk öncelikle çok başarısızdı. Sunum sözde güzel yapılmaya çalışılmış (fotoğraf çok kötü, mekanda ışık bu kadardı), ama başarısızlıkla sonuçlanmış. Sözde mantar soslu tavuk ama, mantar hariç her şey vardı içinde. Hatta daha çok mısır ve zeytin vardı. Üzerindeki soya filizleri de çok gereksizdi, salata koysalarmış daha iyi olabilirmiş. Sanki acemi bir aşçının elinden çıkmış gibiydi. Somon ızgaraya gelirsek, tadına bakmadım ama arkadaşımın söylediğine göre o da başarısız ve yavandı. Yanındaki gıldır gıcıklar da başarısız görünüyordu.
Ton balıklı salata benim seçimimdi. Hiç de menüde yazdığı gibi bir içeriğe sahip değildi. Bolca yaprak ve lütfedilmiş ton balığı görünümü... Salatayı yanında gelen limon sosuyla falan biraz bir şeylere benzetmeye çalıştım. Zaten bence salata biraz çeşitlikli olmalı. İçinde ne kadar çok malzeme olursa o kadar hoşnut oluyorum ben. Yoksa ben de marulu alır, parça pinçik eder ve üstüne ton balığı döküp yerim evimde paşa paşa. Bir cafe eğer menüsüne "salata" başlıklı bir kategori ekliyorsa, bence biraz özelliği olmalı. Sonuç olarak kebabın yanına ikram getirmiyorlar, bizzat para verip, öğün yerine istediğim bir şeydi. Yani, yemek için çok başarılı değildi bence. Pazar günü gazabına mı uğradık onu da bilemiyorum. Birimizin yemeği güzel olsaydı fikrim değişebilirdi ama genel olarak bir özensizlik gördüm yemeklerinde ve içeceklerinde. Nedense zaten bir mekana ilk gittiğimde çok beğeniyorum ama 2. denemeler hep hüsranla bitiyor. Masala Cafe yazımda da aynı hayal kırıklığını yaşamıştım zaten...

Mekanın müzik tercihi konusunda da bir şeyler yazmak isterdim ama, ilk gittiğimde fonda çalan ve mekanla uyumlu ezgiler yerine, bu sefer gayet karaktersiz bir şekilde, Nilüfer'in son albümü (sanırım), Manowar ve ismini bilmediğim İspanyolca (Bessame mucho tarzı) parçalar çaldılar. Yani bu karaktersizliği neye borçluyduk bilemiyorum. Bir daha gider miyim? Evet giderim. O da mekanın güzelliği hatrına... Ama asla yemek yemek için değil... Birer kadeh şarap ya da bira içmek, Ankara'da değişik mekanlara gitmek isteyenler için uygun bir yer olabilir...

1 yorum: