Çok güzel bir ekip ve tur rehberi ile seyahat ettik. Sabah çok erken yolculuğa başladığımız için gözlerimiz kapanıyordu. Ama yol boyunca manzaramız o kadar muhteşemdi ki, ne uyku kaldı ne de hayıflanma. Tamamen yemyeşil, dağlık, birtarafımızda denizin olduğu çok güzel yollardan geçtik.
Nihayet varmıştık. Önce bizi Granada'nın ara sokaklarında gezdirdiler. Rotamız çok güzeldi. Daha tam öğle vakti olmadığı için de hava çok iyi, güneşli fakat esintiliydi. Bol bol fotoğraf çektik. Adını bilmediğim ama manzarası daha önceden pek rastlamadığım bir meydana gittik. Hem çingeneler müzik ziyafeti çektiriyor, hem de Al Hambra manzarasi gözümüzü doyuruyordu.
Rotamız aslen Al Hambra Sarayı idi. Fakat sarayı gezmek çok uzun bir iş olduğundan, öncesinde şehir turu ve saraya yakınlarda bir yerde öğle yemeğini uygun görmüştü rehberimiz. Biz bilet falan da almamıştık. Düşünülüp tüm ekip için tek tek biletler çok öncesinden alınmış. Bize verilen bilgiye göre günde 7000 tane bilet satılıyormuş ve gezmek için bir zaman diliminin seçilmesi gerekiyormuş. Biz 3 buçuğa girdik. Biletlerimiz öyle ayarlanmıştı.
Gezi öncesi restorana vardık. Bize özel kocaman bir masa hazırlanmıştı. Yemekler ve içecekler birbirinden güzeldi. Orada bir hayli yedik içtik zaman geçirdik. Menü bile çok önceden hazırlanmış, her şey düşünülmüştü.
İyice karınlarımızı doyurup dinlendikten sonra, uzun bir zaman gerektiren Al Hambra gezimiz başlamıştı.
Genel olarak yazılarımda herhangi bir yerle ilgili gerek tarihi, gerek istatistiki bilgi vermekten çok hoşlanmıyorum. Hemen her yazıda bulabileceğiniz şeyler zaten bunlar. O yüzden fotoğrafların çok daha fazla şey anlatabileceğini düşünüyorum.
Tavsiyelerde bulunmam gerekirse, yaz aylarında mutlaka yanınızda şapka ve güneş gözlüğü bulundurmakta fayda var derim. Şal ve ince hırkalar da, esinti olduğunda ilk faydasını göreceğiniz şeylerden. Küçük bir şişe suyu da unutmamak gerek! Saray o kadar büyük ki, gezi neredeyse 2,5 saatte tamamlanıyor. Yani çok rahat ayakkabılarla gitmeniz şart. Bol bol da fotoğraf çekeceğinizden, eğer varsa ekipmanlar da taşınmalı.
Biz saraya vardığımızda 2 ayrı rehberle daha buluştuk. Grubumuzu 3'e ayırıp, hepimize ayrı birer rehber verip, rehberi rahatça duyabilmemiz ve birbirimizi kaybetmememiz için de kulaklık dağıttılar. Normalde ben hiçbir yolculuğumu tur rehberi ile yapmadım. Ya da gittiğim hiçbir yerde rehber kiralamadım. Ama gerçekten efektif gezebilmek için gerekiyormuş. En azından burada. Mesela cennet bahçeleri diye bir bölüm var. Oraya gelmeden önce grubumuzda bir çok kişinin pili çoktan bitmişti. Rehberimiz de yorulanları bahçeye girmeden önce, bahçenin çıkışına yakın bir meydana götürüp, bahçe gezisini yapanları 45 dakika oradaki banklarda bekleyebileceğini söyledi. Öyle bir bölünme yaşadık oarada. Daha sonra dönüp, orada bekleyen arkadaşları da alıp, Marbella'ya dönmek üzere otobüsün bizi beklediği yere doğru yol aldık. Gerçekten hepimiz bitmiştik.
Yolda arkadaşımız "Otele gitmek yok, hepimiz evime davetlisiniz" dediğinde ufak çapta bir şok yaşadık. Marbella'da bir evi olduğunu bilmiyorduk. Kızının düğünü öncesi düğün için dışarıdan gelen herkesi evlerinde ağırlamak istemişler...
Uzun bir yokuş sürüşünün sonunda, arkadaşımızın evine ulaşmıştık. Manzara karşısında nefesimiz kesildi desem yeridir. Bir taraf yemyeşil dağ, bir taraf deniz... İnsan gerçekten böyle bir yerde derdini tasasını düşünmez. Mis gibi ama hafif iç titreter bir yaz akşamıydı...
Gittiğimizde bahçeye 2-3 tane ayrı ayrı davet masası hazırlanmıştı. Yemek öncesi atıştırmalıklar ikram edildi. İçkinin zaten her çeşidi. Ayakta kokteyl düzeni içkiler ellerimizde, atıştırmalıklarımızla birlikte uzunca sohbetler ettik. Hava iyice karardığında artık yemeğe geçmiştik. 60 kişilik davete arkadaşımızın eşi yardımcılarıyla birlikte açık büfe yemek hazırlamış. Gerçekten çok taktir ettik.
Yemekler birbirinden güzeldi. O kadar güzel arkadaşlık etti ki herkes birbirine... Üstelik çok saçma gruplar halindeydik. Ortamda 6-7 tane Büyükelçi, çok sayıda iş adamı, öğrenciler, hac operatörü (!) gibi renkli kişilikler vardı ama ortamda gerçekten de yaş diye bir şey kalmamıştı. Hepimiz aynı yaştaydık. Üstelik neredeyse ortamdaki en genç insanlardık.
Gecenin sonuna doğru arkadaşımız bize 1866 yılına ait bir konyak açtı. Hem çok ama çok sert, hem de tadını unutamayacağımiz kadar enfesti.
Velhasıl, güle oynaya bir günümüzü burada sonlandırmıştık. Hayatımdaki en güzel anılardan biri olmustu bile!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder